Şiddet artık her yerde
.
Geçtiğimiz hafta, hayallerimi süsleyen bir yolculuğa çıktım. Hep arzu ettiğim ama uzun uçuştan korktuğum için bir türlü uzaklığını göze alamadığım Küba'ya gittim sonunda. Kendime 20 yıl önce verdiğim "Castro ölmeden gideceksin" sözünü yerine getirdim. Tabii bunu geç de olsa gerçekleştirmemde Castro'nun uzun yaşamış olmasının da yardımı büyük kuşkusuz. Kristof Kolomb'un deyişiyle; "Dünyanın en güzel coğrafyası"na yaptığım geziden fotoğraflarımı, gözlemlerimi ve benzersiz devlet yönetim sistemlerinin gündelik hayata sirayeti ile ilgili notlarımı paylaşıp, size "Küba'ya kadar gitmiş olduk" dedirtmek hayaliyle ülkeme dönerken, bütün hevesim kursağımda kaldı. Eğer Türkiye'de yaşıyorsanız, tatil dönüşü keyfinizin hiç değilse birkaç gün daha sürmesi imkânsızdır. Tatlı günlerden damağınızda kalan tat, hemen yerini kekremsi bir acılığa bırakır. Çünkü mutlaka felâket haberleri sınırdadır. Bu sefer de kural değişmedi: Belki de hayatımın en güzel tatilinden ağzım kulaklarımda dönerken en acımasızından, en vahşisinden, en akıl almazından bir şiddet haberi hayatımızı bir kez daha kararttı.
İnternet detoksu
Tatillerde ve hatta iş için dahi olsa seyahatlerimde mümkün olduğunca teknolojiden uzak durmaya çalışıyorum bir süredir. Son senelerde bir çeşit ruhsal detoks olarak nitelendirdiğim bu molaların, psikolojim için büyük fayda sağladığını hissediyorum. Ya da "hissediyordum" diyelim! Küba yolculuğumda tekno-detoks için ayrıca çaba sarfetmeme gerek kalmadı çünkü sosyalist düzendeki bu ülkede zaten intenet yoktu. Turistlerin yoğun olduğu otellerde eser miktarda wi-fi erişimi bulunuyor. Elimiz internete değmeden, memlekette olanı biteni bilmeden şahane günler geçirdik. Aktarma için Amsterdam'a indiğimizde ise bu mutluluk sona erdi. Önce, Instagram hesabımda paylaştığım bir mutluluk fotoğrafı yüzünden sosyal şiddete maruz kaldığımı görüp afalladım. Bir süre sonra erkek şiddetine ve vahşi bir cinayete kurban giden Özgecan'ı umursamadığımı sananların bana saldırdığını anladım. Şiddete karşı olanların, şiddet gösterisiyle karşı karşıyaydım. Instagram gibi medeni bir medyada bile ağzı köpüre köpüre saldıranlar ve kalabalıkları infiale getirmeye çalışanlar, şiddetin hayatımızın her alanına sızmış olduğunun kanıtıydı aslında. Şiddet, şiddeti doğurarak çoğalıyordu aramızda.
Sadece 2014 yılında, 281 kadının erkek şiddetine kurban gittiği ülkemizde, en korkunç cinayet olaylarından biri yaşanmıştı. Üniversite öğrencisi bir genç kız, minübüs şoförünün insanlık dışı sapkın saldırısına uğramış ve korku filmlerinde bile rastlanmayacak şekilde katledilmişti. Şiddetin son noktasında, vahşetin en üst basamağında, ülkece çıldırmanın eşiğinde olduğumuzun korkunç tablosuydu karşımızda duran. Her kadının en hafifinden "ellenmek" suretiyle tâcize uğraması da kadınların çantasında biber gazı taşıması da doğal karşılanan ülkemizde, yıllardır kadın cinayetlerine nerdeyse olağan bakanların ve her daim kadını suçlayacak bir sebep arayanların bile kanı donmuştu bu sefer. Tam şiddetin en şiddetli hâli ülkenin gündeminde kanarken, şiddeti önlemek için neler yapılması gerektiği ilk defa tarışılırken, kar hayatı durdurmuş sanki hepimizin dikkatini şiddete yoğunlaştırmak için yağarken, Özgecan'ın genç bedeni toprakla yeni buluşmuşken, bakın vahşetin hemen ertesinde Türkiye'de neler yaşanıyordu:
Toplumsal cinnet
- Televizyonda, henüz varlığına dair delili bulunmadığı için uydurma olduğu ayen beyan olan "Kabataş Saldırganları" hikâyesi, Özgecan'ın cinayetinden daha fazla tartışılıyordu. Üstelik, bir yılda 281, son 48 günde 37 kadın öldürülen ülkemizde, hiçbir kadının kâtili deri pantalonlu, üzeri çıplak, zincirli adamlar değildi! Yine de fantastik yalanlara, henüz toprağa girmiş genç bir kızın vahşice sonlandırılmış yaşamından daha çok itibar ediliyordu!
- Meclis'te, halkın güvenliğini korumak adı altında "İç Güvenlik Paketi" görüşülürken, milletvekilleri arasında şiddet kol geziyor, ambulans Meclis'e giriyor, kadın vekiller darp ediliyor, 5 yaralı muhalefet vekiliyle oylama yarım, halk ise "kendi şiddet uygulayan bu vekiller mi halkı şiddetten koruyacak, toplumda güven sağlayacak" sorusuyla başbaşa kalıyordu.
- Daha Meclis kavgasının dumanı tüterken, kız arkadaşıyla kartopu oynayan gazeteci Nuh Köklü, vitrinine kartopu gelen esnafın sinirlenmesi sonucu, kalbinden bıçaklanarak öldürülüyordu. "Bana bir şey olmaz, bir-iki gün yatar çıkarım" diye bağıran katil ise şiddet karşısında ülkemizin duruşunu tam olarak özetliyordu.
- Ve bir sonraki gün: Çengelköy'deki bir konteynerdan, parçalara bölünerek çöp torbasına doldurulmuş yeni bir kadın cesedi bulunuyordu.
Şimdi... Tekno-detoksmuş, sosyal medyadan arada kopmak gerekiyormuş, bırakalım bunları bir kenera.. Lüks bunlar T.C. vatandaşına...! Olmaz! Memleket ahvalinden bi-hâber, gezip-eğlenmek yakışık almaz. Bana inanmazsan, bi dene istersen! Şiddet damarımızda kan olup dolaşıyorken, acıları geride bırakıp, uzaklara git gidebilirsen...