Perilerin masal diyarı gerçekmiş meğer
.
Hani Bella, Sindirella, Aurora ve onların büyüleyici şatolarla bezeli masal diyarı var ya... İşte onlar gerçek, çünkü oradaydım.
Bella, Sindirella, Aurora ve onların büyüleyici şatolarla bezeli masal diyarı var ya... İşte onu diyorum size; gerçekten var! Evet evet çok eminim çünkü geçtiğimiz hafta oradaydım. Şu kadarını söyleyeyim, döndüm ama ruhum Villandry Şatosu’nun Disney’in animasyonlarında gördüğümüzden bin kat daha güzel bahçesinde, kalp şeklinde düzenlenmiş çiçeklerin arasında dolaşıyor. Süs Bahçesi, Su Bahçesi, Şifalı Bitkile Bahçesi derken hayallerimde çoktan 10 bin adımı geçiyorum. Bundan böyle zihnimde gizli bir bölmeyi Loire Vadisi’ne ayırdım; ne zaman sıkılsam, bunalsam, gözlerimi kapayıp bu masallardan güzel diyarda hayallere dalacağım. Nehrin kenarındaki kiraz ağaçlarına sarılıp, köprülerin üzerinden uçacağım ...
Sevgili Saffet Emre Tonguç, anlata anlata bitiremez, Brezilya’yı da birlikte gezdiğimiz Sıradışı Kıtalar ile düzenlediği şık, asil ve masalsı Loire vadisi ve şatoları turunu... Eh Türkiye’nin en çok ülke görmüş rehberi yanılıyor olamazdı kuşkusuz ama yine de bu kadar büyüleneceğimi ummamıştım. Şu an size gezdiğim coğrafyayı anlatmaya çalışırken farkediyorum ki bu güzelliği tarife kelimelerim yetmiyor. Birine iyi dilekte bulunmak istiyorsanız “Loire Vadisi’ne git inşallah” diyebilirsiniz rahatlıkla. Darısı başınıza...
Loire Vadisi : Fransa’nın en uzun nehri Loire’ın hayat verdiği vadi, rönesansın ihtişamını yaşıyor. Elbette bu güzel coğrafyaya talip çok çıkmış tarihte ve çok savaşlar yaşanmış. 2000 yılından beri Unesco koruması altındaki bölge, anın tadını çıkarırcasına büyük bir sükunetle akan Loire nehri gibi huzurlu ve sakin yaşıyor şimdi.Verimli topraklarda, envai renkteki çiçekleriyle, bir zamanlar yaşanan ve film senaryolarına dudak uçuklatacak çılgınlıktaki skandallara şahitlik yapmış şatolarıyla, aydınlanma çağını başlatan sanatçılarıyla, Fransızca’nın en iyi konuşulduğu kabul edilen bu bölge, şıklık ve zarafetin Dünya Başkenti belki de...Leonardo da Vinci’nin yaşamak için burayı seçmesine ve dünyaya veda ederken son nefesini bu güzellikler içinde vermek istemesine şaşmamak gerek.
Blois Şatosu: 50 bin nüfuslu bu yerleşim yeri, eski çağları anlatan film dekoru gibi. 1700’lerden kalma Jacques-Gabriel Köprüsü ve Blois muhteşem bir fotoğraf karesi oluşturuyor. Blois Şatosu bir Kraliyet Sarayı ama Fransızlar Şato demeyi seçmiş. Devrim sırasında çok zarar görmüş ama uzun zaman Fransa’nın yönetim merkeziymiş. Her gelen kral şatoyu biraz daha genişletmiş ve bugünkü halini almış. Şimdi, sergilere, konserlere ev sahipliği yapan bir merkeze dönüşmüş.
Amboise Şatosu: Biz hemen şatonun yanında , nehrin kenarında tarihi bir yapı ve nefis bir bahçeye sahip Le Choiseul otelde kaldık. La Cave de bu bölgedeki eski mağaradan dönüştürülmüş çok hoş atmosferli bir restoran. Nehir boyu kiraz ağaçları ve köprünün üzerinden yürürken karşınızda duran şatonun görüntüsü baş döndürücü Şatonun karşısındaki tarihi pastane Bigot’a mutlaka uğrayın. Amboise Bölgesi, Paris’ten önce kralların gözdesiymiş. Şatonun balo salonlarının köşelerindeki büyük kulaklı insan yüzleri, davetlilere “yerin kulağı var” uyarısı içinmiş. Leonardo Da Vinci, ömrünün son yıllarını bu bölgede geçirmiş, mezarı da Ambois’de. Şatoda sergilenen bir resimde ölüm döşeğindeki sanatçının başucunda ona sarılan kral tablosu da yer alıyor.
Villandry Şatosu: Muhteşem ötesi... 3 farklı seviyede kat kat bahçeleri. Şöyle söyleyeyim, bahçenin etrafında bir tur atsa insan 10 bin adımı çoktan geçer! Hele aşk bahçesinin köşelerine yerleştirilmiş kalpler... Kesinlikle Bahçeleri en muhteşem şato Villandry. Şato’nın 18. Yüzyıldaki sahibi kont Castallane Osmanlı İmparatorluğu’nda elçilik yaptığı için şatoda tarihimizden epey iz taşıyan eser var, hatta bir oda tamamen Osmanlı’ya ayrılmış, divan-ı Hümayun’dan bir sahne bile anlatılmış. İngiltere-Fransa arasındaki, İngiltere’nin yenildiğini kabul eden anlaşmayı bizdeki tanınan ismiyle Aslan yürekli Rişar (Richard) bu şatoda imzalamış. 1906 yılında İspanyol koleksiyoner Carvallo satın almış,şu anda torunları yaşıyor burada.
Chenonceau Şatosu: Şönonso Şatosu olarak söylediğimiz bu Saray en büyüleyici olanı. Tam masal şatosu. Tarihi de aşk skandallarıyla dolu. Soylu bir aileden gelen Diane önce Kral 1. François ile evlenmiş. Kralın oğlu Henry’yi de kuzeni ile evlendirmiş. Ama kral ölünce kendinden 20 yaş küçük Henry’nin sevgilisi olmuş ve şato Diane’e hediye verilmiş. Henry’de ölünce, kralın eşi ve Diane’nin kuzeni Catherine de Medici hem şatoyu geri hem de Diane’ı sürdürerek intikamını almış. Bahçede burda yaşamış kişilerin balmumu heykelleri var.
Chambord Şatosu: En büyük Şato. İnsan gezerken yoruluyor, nasıl yaşamışlar zamanında hiç bilemedim. Da Vinci’ye “baba” diye hitap eden 1. Fransuva (François) burayı av köşkü olarak yaptırmış ama tamamlandığını görememiş. Fransız Devrimi sırasında yağmalanmış. Bir dönem savaşta yaralananlar için hastaneye dönüştürülmüş. 2. Dünya Savaşı sırasında ise Hitler’in zulmünden özellikle de Louvre’dan kaçırılan eserler burda saklanmış.Hatta Hitler Mona Lisa’yı bir süre ele geçirse de sonra kurtarılmış ve burada saklanmış.