La La Land’in şapkası düştü
.
Sahne sahne söyle bana... Sürekli tartışılır, “Sinema oyunculuğu mu, tiyatro oyunculuğu mu?” Oyunculuk, oyunculuktur, araçlar ve mecralar değişir, oyuncu da içinde bulunduğu ortamın ölçeklerine uyumlanır. Ama şu bir gerçektir ki, zor ve belirleyici olan tiyatro sahnesidir. “Tiyatrocular büyük oynamaya çalıştığı için kamera önünde oyunculukları büyük kalır” lafı, sahnede var olamayacakların uydurduğu bir yalandır sadece. Kamera önünde kötü oynayan bir tiyatrocu varsa, ya sahnede de kötü oyuncudur ya da bulunduğu ortama göre ifadelerinin boyutunu ayarlayabilecek zekadan yoksundur. Tiyatroda çok iyi olup da kamera önünde çok kötü olan oyuncu ancak milyonda bir olur. Ama tersi öyle mi ya? Filmlerde bayıldığımız nicelerinin sahnede elini kolunu koyacak yer bulamayacak kadar zayıf oyuncu olduğunu görürüz. Hatta, çoğunlukla bu böyledir. O yüzdendir ki, Julia Roberts, Nicole Kidman gibi Hollywood’un Oscarlı oyuncuları, rüştlerini ispat için tiyatro sahnesine çıkmış ve izleyenleri epey hayal kırıklığına uğratmışlardır. Sinema yönetmenindir çünkü. Kısa kısa hazırlanmış, en güzelleri seçilerek montajlanmış, yakın çekimlerle, etkili ve güzel kurgulanmış sahnelerle, bir odunu bile parlatır, yönetmen. Tiyatro oyuncusu ise çıplaktır. Tüm hatalarıyla, defolarıyla ve her an bir bütün olarak var olmak zorundadır. Ve bir oyuncu, sadece gözünden sözünden değil, saçının telinden ayak parmağına kadar mesuldür sahnede. Sadece yüz ifadesi yetmez, tüm bedeniyle bir karakteri yaşatmak zorundadır. Hilesiz, yardımsız, tüm hücreleriyle, araçsız, aracısız tam karşınızdadır. İşte bu yüzden “ama”sız, kayıtsız, şartsız, oyunculuğun terazisi, tiyatro sahnesidir.
Hangisi gerçek oyunculuk?
Nerden geldi şimdi bunlar aklına diyeceksiniz. Geçtiğimiz günlerde, bu senenin en popüler filmlerinden “La la Land”in balonu fena patladı. Daha doğrusu, filmin bol ödüllü oyuncuları ile ilgili ortaya çıkan bir sır şaşkınlık ve hayal kırıklığı yarattı. Konu şu ki, La la Land müzikalinin şahane dans sahnelerinde dublör kullanıldığı ortaya çıktı. Asıl sıkıntı, film şirketinin uzun süre bunu reddetmiş olması ve tüm ödüller dağıtıldaktan sonra durumu kabul etmiş olmaları. Ryan Gosling’in üç dublörü varmış. Emma Stone’un dans sahnelerini ise Emilie Livingstone canlandırmış. Çok istisnai örnekler dışında bir müzikal filmde oynamak, zor değildir. Zaten en uzunu iki dakika olan planlar defalarca tekrar edilip, hatasız olan seçiliyor. Aralara, yönetmenin hayal gücünden kopan şahane detaylar eklenerek sahne güçlendiriliyor.
Oysa tiyatro sahnesinde müzikal oynamak demek, üç saat durmadan dans edip aynı anda o şarkıları söyleyebilmek ve bir yandan karakteri yaşatabilmek demek. Bol Oscarlı Chicago müzikalini hatırlayın, hani 13 dalda Oscar’a aday olup en iyi film dahil 6 dalda ödül alan Chicago.... Kamera arkalarını izledim. Bir kısa dans figürü, kes; ayak hareketini çek, gerekirse bir dansçı dublörle detay çek, sonra stüdyoda dijital düzeltmeleri de yaparak rahat rahat şarkıları kaydet... Oysa ben Chicago’yı Londra’da sahnede, izledim. Dakikalarca durmadan dans eden, ardından metrelerce çelik konstrüksiyona tırmanıp, sonra baş aşağı kendini bırakarak gene de hiç detone olmadan şarkılarını söyleyen, 3 saatlik insan ötesi bir performansla seyirciyi büyüleyen tiyatrocuların, “olmadı baştan” demek gibi bir lüksü de yoktu tabii. Şimdi söyleyin bana, “hangisi gerçek oyunculuk”? Kısaca, gözünüzle kanlı canlı izlemediğiniz, kolunu bacağını aynı anda tek parça görüp, nefesini duymadığınız hiçbir oyuncuya çok da itibar etmeyiniz.