Kıymetini bilemediğimiz İstanbul tepetaklak
.
Geçtiğimiz yıllarda ”görülecek yerler” listesinde üst sıralara çıkan İstanbul, ne yazık ki gittikçe terk ediliyor. Şehrin en önemli merkezlerinde dükkanlar birer birer kapanıyor.
İstanbul gizli bir hazine. Aslında ülkemizin hemen her karışı öyle. "Gizli hazine" ile kastım sadece katman katman binlerce yıllık tarihin izini taşıyor olması değil, gerçekten çoğu muhteşem eserin "gizli" oluşu. Aslında, "örtük" ya da "saklanmış" demek gerek belki de. Bile isteye, kararlı ve sistemli bir şekilde ortaya çıkması istenmeyen binlerce hazine bir yana, bir de bilinçli ya da bilinçsiz üstü örtülen muhteşem eserler var. Tarihi mirasına kıymet verilmeyen, mimari değeri hiçe sayılan ve görünmez kılınmaya çalışılan o kadar çok kilise var ki, dikkat çekmesin diye önlerine demir kepenkli dükkanlar dizilen! Bir kiliseyi ya da camiiyi sadece ibadethane olarak görmek, tarihini, hikayesini, mimarisindeki sanatı yok saymak nasıl bir gaflet? Güzeli görmek için bakmak yerine, din- mezhep- ırk gibi ayrıştırıcı unsurlara takılan zihniyet yüzünden ne yazık ki elimizdeki hazineyi har vurup harman savuruyoruz. Ayağını sürtsen binlerce yıllık eser fışkıran bu ülkede, özellikle büyük imparatorluklara ev sahipliği yapmış Şehr-i İstanbul'da, biz geçmişe utanılacak ve hatta derhal yok edilmesi gereken kirli bir sır gibi davranıyor, hoyratça parçalamak için bahane arıyoruz. Hadi "gavur" eserleri ve tarihi sevilmiyor da İslam tarihi ya da Osmanlı'nın mirası baş tacı mı ediliyor? Tabii ki hayır. Çünkü bu bir kültür meselesidir. Toprağındakine miras diye bakamayan, karşısına çıkan yapıda sanat aramayan, kısaca güzeli görmek için eğitilmemiş gözler ne yazık ki ayırt etmeksizin yok ediyor tarihi. Yoksa, Balat"ta Mimar Sinan'dan kalan medrese tarumar edilir de tamirhaneye kurban gider, akücü tabelası asılır mıydı mücevher kıymetindeki taşlarına. Ne güzel camilerimiz var, yıkılmaya yüz tutmuş; sözde herkes "cami" deyince el pençe divan! Yalan, yalan!
Kilise, sinagog ve Bizans yapılarıysa zaten itina ile örtülmeye çalışılmış tarih boyu ve çalışılıyor hala. Karaköy'de bin yıllık manastır, otopark olarak kullanılıyor mesela! En bariz örneği, Taksim Meydanı'nda bulunan ama yıllar önce bilinçli bir şekilde önü büfelerle kapatılmaya çalışılmış, inanılmaz bir tabela kirliliğinin arasından gene de zarifçe meydanı selamlayan Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi. Yıllardır merak ederdim, ilk defa geçen hafta içine girdim. O kadar güzel ki, bir görmenizi tavsiye ederim.
Bir yanda terör belası öte yanda kıymet bilmezliğimiz, ne yazık ki günden güne başta İstanbul, ülkemizden turistlerin el ayak çekmesine sebep oluyor. Geçtiğimiz yıllar, gönül veren insanların büyük gayretleriyle "görülecek yerler" listesinde üst sıralara çıkan İstanbul, ne yazık ki ülkedeki istikrarsızlıktan dolayı gittikçe terk ediliyor. Koca İstiklal Caddesi ve son yıllarda çok şık bir kimliğe bürünen Cihangir'de o kadar çok dükkan, butik otel, restoran ve eğlence mekanı kapanmış ki şu ara...
Sadece Taksim değil, maalesef Saffet'ten aldığım en kötü haberler Kapalıçarşı'dan. Ne yazık ki tam 300 dükkan kapanmış ve yılbaşına kadar bu rakamın iki katına çıkacağı düşünülüyormuş. Bu kadar kısa zamanda, bu tepetaklak oluş çok üzücü. Yunanistan, Hırvatistan gibi ülkelere gidenler bilir, "Türkiye'nin kötü gidişatı sayesinde bizde turizm patladı, zenginleştik" diyorlar. Unutmayın, turizm ülkesi olmak demek görülmek istenen, güzel, özenilen, farklı, kültürel, tarihi, estetik, sanatla iç içe bir ülke olduğunu dünyaya kabul ettirmek demek. Hem refaha kavuşmak hem güzelliğinle, tarihinle Cihan'a nam salmak demek. Artık bir dönüp gidişatımıza bakıp, şapkayı önümüze koymak gerek!