İstanbul'da kış gezmesi
.
Herkes bunalımda olduğundan söz ediyor. Elbette öyleyiz. Bir keyifsizlik, bir depresyon hâli... Sevimsiz bir koşuşturma içinde, sır gibi saklıyoruz sadece içimizden gelen bayat tadı. Bir doktora gitsek de "beyin burkulması" ya da ne bileyim "ruh üşümesi" tanısı koysa, hatta bir de raporlu evde yatak istirahati verse ne güzel olacak oysa... Eminim şu anda okuyanların çoğu derin bir iç çekti. Ben şanslıyım mesela, açtım tembellik bayrağını evden dışarı çıkmıyorum. Çevrem biraz endişe etmiyor değil. "Silkelen biraz", "çık dışarı kendine gel" sözlerini sıkça işitiyorum. Halbuki, bileğimi burkmuş olsam ya da ayağımı kırsam kimse böyle tavsiyelerde bulunmaz. Ama incinen yerimiz, görünmez olunca yok sayılıyor işte. Oysa ruh da üşüyebiliyor, akıl da burkulabiliyor insanda. Hele ki bu topraklarda. Sağlam bir vurdumduymazlığınız yoksa, sağlam yaşayamazsınız bu coğrafyada. Velev ki arkadaşlarımın deyişi ile "silkelenmek" istediniz ve attınız kendinizi dışarı. İstanbul'da yaşıyorsanız, kışın öyle bir silkeler ki bu şehir sizi, trafikte ağlarken evde bunalıma girmeyi mumla ararsınız. Kafam dağılsın diye yarım saat arkadaşımla kahve içmek için 5 saat trafikte kaldım bu hafta. Benden size tavsiye, İstanbul karla kaplandığında, herkes evine, arabalar kaldırım kenarlarına çekildiğinde çıkın sokaklara. Çöpler bembeyaz bir örtünün altına saklanmışken, çirkin binaların çirkin çatıları kardan görünmez olmuşken, egzoz zehiri azalmışken ve sokaklarda sadece güzellikleri keşfetmeyi seven güzel gönüllü insanlar kalmışken... Çıkın ve epeydir unutulmuş olan zerafeti yaşayıp şaşırın. İşte size, karlar altında daha keyifli gezilen İstanbul rotaları.
Fotoğraflar: Tolga EŞİZ
Galata:
İşte, karda Istanbul'un yıldızı. Elbette her daim kalabalık burası ama kar altındayken sanki hep aynı amaçla gelen insanlarla dolmuş meydan. Aziz İstanbul'a tepeden bakmak için kuyrukta bekleyenlerin neşesi tüm Galata'ya hâkim. Nedendir bilinmez, kaygan granitten taşlarla kaplanmış 1500 yıllık meydanda, birbirini ilk defa gören insanlar, sanki 40 yıllık dostmuşçasına kol kola kaymadan yol almaya çalışıyor. Kulenin tam karşısındaki felafelci "fast food" un en keyiflisi. Humus ve falafelle yaptığı dürümler için kuyruk beklerken ısınmanın keyfi bir başka. Ara sokaklardaki yerli tasarımlar satan küçücük dükkanların hepsi cıvıl cıvıl. Gelen giden ise çay masasındaki harfleri arayıp duruyor. Bir dizi-film sahnesinden kalan izmiş meğer. Hayaller ve hayatlar; karda birbirine karışıyor.
Karaköy- Eminönü:
İlle de vapurla geleceksin buraya... Gemi, limandan uzaklaşırken, geride kalan İstanbul resmine hayranlıkla bakacaksın. Çirkin yapılar, koca binalar, birer hayalet gibi silik. Minareler,saraylar, ışık ışık balıkçılar... Bu kentin en büyük mikrobu tabelalar bile görünmez olmuş. Sadece tarihe dokunmuyor sanki kar. Saygıyla eğiliyor önünde sarayların, külliyelerin de geri kalan her şeyi örtüyor gibi... Önce kestaneni alacaksın vapurdan inince; az pişiriyorlar zevkine göre kendin kızartacaksın. Karaköy'ün ara sokaklarında kahveciler, çaycılar; bardağının sıcağında, ruhunu ısıtmak için gelenlerle dolu sokaklar.
Üsküdar sahili:
Korkaklar çekilmiş kenara... Kuşlar, vapurlar bir de bu güzelliği yakalamak isteyen fotoğrafçılar var yalnızca. İstanbul bir dünya starı ve onu en güzel haliyle yakalamak isteyen fotoğrafçılar, ellerinde makineler, tatlı bir gülümseme ve heyecanla dolaşıyor sahil boyunca. Kız Kulesi gelin olmuş... Sahlep ve çay satıcıları en yakın dost, hayran hayran seyre dalanlara.