Hayat fotoğrafta güzel
.
Hani sabah uyandığınızda sosyal medyada birbirinden keyifli fotoğraflarla karşılaşıp iç geçiriyorsunuz ya... Ya da sanki bir anda ülkeye refah gelmiş, tüm siyasi karmaşa son bulmuş gibi sevinçle gülümseyen insanları gördükçe içiniz açılıyor ya... Sürekli eğlenen, ha babam gülen ve hep keyfeden ne çok insan var diye şaşırıyorsunuz ya... Hatta, “neden benim hayatım böyle ışıl ışıl değil”, “ne zevkli insanlar var, etrafları, çiçekleri, kahveleri bile ayrı güzel, ben niye beceremiyorum” diye arada bir de hayıflanıyorsunuz ya... Hah, işte hiç kafanızı yormayın diye söylüyorum. Yok öyle bir şey! Yani yalan demek istemiyorum tabii, ama durumu kısaca özetlemek gerekirse: Hayat, fotoğrafta güzel. Yaz geldiğinden beri Instagram’da böyle fotoğraflar paylaşıp epey “like” toplamış biri olarak müsaade edin hemen açıklayayım: Bir kere anlık güzellikler onlar. Örneğin; rüzgarda pembe bir çiçek eğiliyor başınızın üzerine, tesadüf o ya turuncu bir atlet giymişsiniz sizde, önünüzde de kahve var. Hemen kahve tabağının yanına da çiçekten bir yaprak koyuyorsunuz. Kahveyi içer gibi yüzünüze yaklaştırıyorsunuz. Başınızın altında ve üstünde pembe çiçek, siz turuncuyla bir anda fotoğrafta patlıyorsunuz. Zaten çektiğiniz alan iki karışlık bir kare... Bir zahmet, etrafınızdaki yastık, örtü, masanın fotoğraf karesine giren kısmının düzenli olmasına dikkat ediyorsunuz. Çeri-çöpü-kirli tabakları, elinizin tersiyle masanın uzak bir köşesine itip, varsa renkli bir obje filan hemen görünür yere yerleştiriyorsunuz. Hele bir de fonda havuz, deniz yani sizin aslında koşturmaktan vakit bulup giremediğiniz anca bakıp bakıp iç geçirdiğiniz bir mavi su da denk getirirseniz, on numara beş yıldız, sizin. Saçınız dağınık, yüzünüz yastık iziyle dolu olsa da elinizle çaktırmadan kapayıp, yan dönerek filan kendinize bir şekil veriyorsunuz. “Özçekim” yaparken zaten telefonunuzun ekranında kendinizi görüp en neşeli, en güzel, en eğlenceli kareyi yakalayıp, çekiyorsunuz. Eh, objektife gülümserken, akşamki rüzgârdan sonra tutan boyun fıtığınıza da aldırış etmiyorsunuz tabii. Altına da Attila İlhan ya da Özdemir Asaf’tan, iç gıcıklayıcı bir mısra ekliyorsunuz... Bu fotoğrafı paylaştığınız zaman, insanlar sizin o ân, çiçekler içinde bir evde oturduğunuzu, evinizin çok zevkli ve ince detaylarla bezeli olduğunu, sizin de bu güzelliklerin arasında keyif yaparken ne kadar çekici olduğunuzu düşünüyorlar. Oysa o sırada gerçek şu: İçerden kavrulmuş soğanın kokusu geliyor, patlıcanlar ise sizin“selfie”nizi beklerken kararmaya yüz tutuyor. Çocuklar kudurmuş gibi tepiniyor, sesleri arşa yükseliyor. Masanın, fotoğraf karesi dışında kalmış tarafları, kahvaltıdan kalma tabaklar ve çer-çöp dolu, siz zahmet edip kaldırın diye bekliyor. Üzerinizdeki bluz, sıcaktan üzerinize yapışmış. Alışveriş listesi, avucunuzun içinde. Yazlıkların değişmez üçlüsü, patlayan boru, bozulan buzdolabı ya da tıkanan tuvalet için yalvararak çağırdığınız tesisatçı içerde... O sırada bir de komşu gelmiş kahveye... Ve rüzgâr esmiş ve çiçek başınıza eğilmiş ve komşunuz “ay ne güzel göründün bak şimdi gel çekelim şunu yahu hem bizim Ayşe’leri de çatlatalım azıcık” demiş. Siz de gerisini, Instagram’da, Facebook’ta izlemişsiniz. Dostlar, ben de yapıyorum ordan biliyorum. Yaşam, karelerde güzel. Yoksa sanmayın ki, hayat bize hep sosyal medyadaki kadar güzel...