Gezen birinden bir Gezi yazısı
.
ezi Park protestosu kısaca nedir; nasıl başlamıştır?
-Biz buraya AVM yapıcaz, bir de kışla yapıcaz!
-Aaa ama AVM istemiyoruz, her yer AVM! Biz park olarak kalmasını istiyoruz.
- Yok valla biz yapıcaz artık, karar verdik!
-Yok biz ağaçlarımızı, parkımızı vermeyiz!
-Yok size sormuyoruz, yapıcaz diyoruz! Kışla kesin, bir de AVM, belki otel ya da residance...
-Yok bu şehirde biz yaşıyoruz ve Taksim'de kalan bu son parkı ve ağaçların gitmesini istemiyoruz. Buraya beton yapı yapılmasını istemiyoruz. Zaten Emek Sinemamız da yıkılmasın istemiştik, o da gitti, AKM de kapatıldı, buraya dokunmayın.
-YOK VALLA, size sormuyoruz yapıcaz, AKM'yi de yıkıcaz, kışla AVM, otel, opera filan yapıcaz!
-Burda biz yaşıyoruz, istemiyoruz diyoruz.
- Size sormadık, yapıcaz diyoruz!
-Ne demek bize sorulmuyor, bizim söz hakkımız yok mu!
- Yok!
-Zaten bize hiç bir şey sorulmuyor, değer verdiğimiz şeyler yalvarsak da yıkılıyor, hakarete uğruyoruz. Bizi dinlemek zorundasınız. Fikirlere saygı ve değer vermek zorundasınız, biz halkız... BİZ HALKIIIIIZZZZZZ... NERDE DEMOKRASİİİİİİ?!
Oturma eylemi başlıyor, Başbakan üst üste yaptığı dört basın toplantısında kararından vazgeçmeyeceğini bildiriyor. Her basın toplantısının ardından, “Gezi Park” katlanarak kalabalıklaşıyor. Herkes Başbakan'dan demokrat ve uzlaşmacı bir cümle bekliyor. Fikirlerine değer verildiğini, söz hakkı olduğunu, demokrasinin gereğinin yapılacağını duymak istiyor. Başbakan söyleminden vazgeçmiyor, kalabalık artıyor. Gerekeni maalesef demokrasi değil, polis yapıyor! Halk ülke genelinde, tüm ayrımcılıkları mucizevi bir şekilde bertaraf ederek, yek vücut "Demokrasi" başlığında birleşiyor. Türkiye'nin her yeri, "Gezi Park"ı oluyor. İşte her şey böyle başlıyor...
Ne oldu da oldu?
Çok bilinen bir bilimsel testi sonucu ile birlikte yeniden paylaşarak hatırlatmak istiyorum: " Üç bardak temiz su koyun; bardağın birine her gün bir kere "seni seviyorum", diğer bardağa "senden nefret ediyorum" diyerek hitap edin. Üçüncü bardağı ise görmezden gelin. Onbeş gün sonra, sevgi ile seslenilen bardaktaki su bozulmadan kalacak, nefretle seslenilen su kötü kokacak ve görmezden gelinen su hem yosunlanacak hem kötü kokacak. Görmezden gelmek, bir insana yapılacak en büyük kötülüktür." İşte ne olduysa, "görmezden gelinmek"ten oldu. Umursanmadığını, yok sayıldığını, kaale alınmadığını düşünen halk, başka bir ifade biçimi oluşturmak için "Gezi"ye çıktı! Ez cümle: Her şey , "yok sayılmak" karşısında, itaat etmek yerine "burdayım" demek için oldu. Direncin ve dayanışmanın adı; "Gezi" oldu!
Başı kimler çekiyor?
İşte ezber bozan bir durum daha! Baş yok ve kimse kimseyi bir yere çekmiyor. Pek çok sosyolog için ileriki günlerde iyi bir araştırma konusu olacağa benziyor.
- Üniversite gençleri çoğunlukta... Uzun yıllardır alışık olmadığımız bu duruma anlam vermekte zorlananlar oluyor. Çocukluğunu darbenin yumruğu altında geçirmiş olan nesil, ses çıkarmayan ve apolitize bir gençlik yaşadıktan sonra, olgunlukla birlikte bu gün, ancak kendini ifade edebilecek gücü buldu. Yeni gelen nesil kendi gibi olmasın diye, gençleri özgür kalmaları için destekledi.
Kendine güvenen, demokrasinin hakkı olduğunu bilen ve bunu özgürce dile getirecek cesareti olan bu yeni nesil, 80'lerin çocuklarının da yanlarında olduğunu bilerek, el ele vererek, ülkenin saptırılmış demokrasi tanımını yeniden tarif etmek için, "Gezi" de buluştular. Çoğaldılar ve tüm Türkiye'ye yayıldılar.
- Epey de 70 yaş üstü var... Çocuklukları yeşilin içinde geçmiş bu insanlar için betonlar sahiden bir hapishane niteliği taşıyor. Bu gurup doğuştan "çevreci"... Bu yaşa gelip hâlâ lâflarının kaale alınmadığını hissetmek ve saygı görmemek ise en büyük kalp kırıklıkları.
- İş adamları ve kadınları, hafta içi bile çok aktif.
- Polis müdâhalesinin çok olmadığı yer ve zamanlarda epey çocuk ve elbette anneleri de var. Çöp toplamak da bu eylemin bir parçası... Bu durum, ezberleri bir kez daha bozuyor. Özellikle, "Gezi Park" ta halkın kendi ve eylemcilere destek için kurduğu açık büfe ve çöp toplama eyleminde çocuklar aktif okarak görev yapıyor.
- Sanatçılar, bu eylemin büyük bir parçasını oıuşturuyor. Son yıllarda, en çok reddedilen, görmezden gelinen, hakarete varan söylemlere marûz kalan ve mesleklerini hedef alan bir baskıyla karşılaştıkları göz önüne alındığında sanatçıların bu direnişin bir parçası olması ve kendilerine yakışan bir biçimde demokrasi arayışı, kimseyi şaşırtmıyor.
Bu nasıl bir eylem?
Polis müdâhaleleri dışında son derece durağan bir eylem. Genellikle oturmak, kitap okumak ve şarkı söylemek şeklinde tezâhür ediyor. En coşkulu hareket, "alkış" olarak vücut buluyor. Eylemin en şiddetli ve en taşkın zamanları ise tencere-kaşık çalınıyor. Polis müdâhalesi olmayan yerlerde, en fazla yürüyüş oluyor ve bir bayram havası esiyor. Ama polisin bu eyleme verdiği karşılık, insan vicdanına sığmıyor. Yerde oturan insanların ağzına gözüne biber gazı sıkılıyor. Kullanılan caydırıcı silâhlar, amacını çok aşıyor. Anayasa ile belirlenmiş bir hak olan protesto, en büyük suç gibi algılanıyor. Biber gazı, biberi bir yana doğrudan mermi gibi atılan kapsulleriyle başlı başına bir silâh olarak kullanılıyor. "Gaz" dan göz gözü görmüyor. Ortada hiç bir şey yokken, sadece kalabalık yaptılar diye halka atılan o zehir zıkkım biber gazı taaruzu en çok, turistlere anlatmak zor oluyor. İstiklâle gezmeye gelen turistler , "e şimdi niye gaz bombası atıldı" diye sorup duruyor! Cevap: "Burada böyle!" oluyor. İşin ilginci, pek çok turist de bir süre sonra bu eyleme katılıyor. Tabii tüm bu yaşananları ancak olay yerine gidip herkes kendi görebiliyor. Evinde, televizyon başında tâkip ile yetinmek isteyenler, kendilerine dayatılan bambaşka bir filmi hafızaya alıyor. Bu süreçte, suya sabuna dokunmaktan kaçınan bazı yayın organlarında sürekli oynatılan "penguen" belgeseli sayesinde, ülkemizde çok rastlamadığımız bu hayvanların türleriyle ilgili vatandaş uzmanlaşıyor.
Nereye gidiliyor?
Nereye gidildiği bilinmez ama yola çıkıldı bir kere...
Halk bekleyerek alamadığını, yolda keşfederek bulacak belki de... Mevlâna'nın sözü yol gösterici olmalı herkese :
"Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lâzım"
Nasıl oldu?
Sakince ve birdenbire oldu. Halkın söylediklerini hâlâ okuyamayanlar, ya da okumak istemeyenler, istedikleri kadar bu hareketi; siyasileştirmeye, gruplara mâl etmeye, karmaşıklaştırmaya, darbecileştirmeye, anarşikleştirmeye çalışsanlar, durumun sadeliği karşısında boşa kürek çektiklerini görecekler. Bu direniş o kadar basit olduğu için bu denli güçlü. Çünkü bu; taraflara bölünmemiş, kimliklerle çizilmemiş, coğrafyayla sınırlanmamış, “saf” halk direnişi. Bu bir itiraz! Bu bir haykırış değil. Bu, sakin bir şekilde "HAYIR" demek. Bu yüzden, bu kadar ürkütücü. Gücünü, alışılmışın dışında olmaktan alan, bir direnç biçimi. Hesapsızlığının hesap edilemeyişinden dolayı, engellenemeyen bir eylem. O kadar hafif ki, baskının ağırlığının yanında hep yukarda kalıyor. Kendiliğinden olduğu için, bu kadar mükemmel işliyor. Zorla ve hile ile kâr amacı hesabı ile değil yürekten inanan insanların birlikteliğinden doğduğu için, her türlü zorbalığa göğüs gerebiliyor.
O kadar temiz ki; tüm iftiralara rağmen Dünya'nın desteğini alıyor. Dünya'nın en naif, barışçı, birleştirici "demokrasi" eylemlerinden biri olarak tarihe yazılıyor.