Fener Balat
.
Fotoğraf meraklılarının baştacı bu iki semt, sadece yerli değil yabancı fotoğrafçıları da bir mıknatıs gibi kendine çekiyor. Semt sâkinleri önceden, mahallelerine gelen turistlere epey tepkiliydi ama zaman içinde onlar da bu iletişime ayak uydurmaya başladılar. Şimdi, sokaklarda oynayan çocuklar fotoğraf makinesi görünce hemen poz veriyor. Ama yaşlı amcaları çekmeye kalkarsanız okkalı bir azara da hazırlıklı olmalısınız. Saffet Emre Tonguç ile Fener-Balat'ı gezdikten sonra, onlarca yeni yer keşfetmiş olduğumu farkettim. Benim için en etkileyici deneyimlerden biri, yıllardır demir parmaklıkların ardından hayranlıkla baktığım Fener-Rum Okulu’nun içine girebilmek, dışardan bakınca güneş gibi yanan bu muhteşem yapının turunculuğuna dokunabilmek oldu. Bir diğeri ise, Saffet Emre'nin en büyük başarısı olan, doğru zamanda doğru yeri gezmek ilkesi sayesinde, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi'nde, Patrik I.Bartholomeos'un yönettiği ve dünyanın dört bir tarafından gelen Ortodoksların katıldığı büyük bir ayini görmekti. Biliyorsunuz, Katolikler için Vatikan ve Papa ne ifade ediyor ise, Ortodokslar için de İstanbul'daki Patrikhane ve Bartholomeos, aynı önemi taşıyor. Görebileceğiniz en etkileyici Bizans yapılarından biri olan Patrikhâne, içindeki kalabalık ve geleneksel törenle birlikte, ihtişamının doruğuna ulaşıyor gerçekten. Pek çok kişinin nedendir bilmem ama gitmeye çekindiği bölge, Bizans'tan günümüze İstanbul'un çok kültürlü geçmişini büyük oranda avucunda tutarak keşfedilmeyi bekliyor. Sürekli restorasyonlarla yenileniyor, son yıllarda üzerine yapışan tozdan silkinerek, yeniden tarih sayfasındaki önemini hatırlıyor. Binin vapura, martılar size yolu gösterir... İşte Balat-Fener gezi notlarım:
Balat
Fener ve Ayvansaray arasında Haliç’in güney kıyısında yer alıyor Balat ama komşusu Fener’e göre daha fakir olmuş her zaman. Balat’ın ilk sakinleri Makedonya’dan gelen Yahudiler imiş. 1492 senesinde Sultan II. Bayezid, yurtlarından kovulan İspanyol Yahudilerini Osmanlı topraklarına getirip Balat'a yerleştirmiş. Böylece, bir yanda Rumca konuşan yerli halk, diğer yanda Ladino (Sefarad Yahudileri’nin kullandığı İspanyolca) konuşan göçmenler, burada bir arada yaşamaya başlamışlar. İlerleyen yıllarda önce Portekiz’den sonra da Rodos’tan daha fazla sığınmacı gelince Balat “Yahudi Balat” olarak tanınmaya başlamış. Gelenler birçok yeniliği de beraberlerinde getirmişler ve İstanbul’un matbaayla tanışmasını sağlamışlar. 1950’li yıllarda Balat Yahudileri, İsrail'e göçmüşler. Onlardan boşalan yerleşime, Karadeniz ve Doğu Anadolu halkları gelince, mozaik farklı desenleri de eklemiş kendine. Balat Çarşısı, eski tadını koruyor. Özellikle, Leblebiciler Caddesi, yan yana küçücük dükkanlarıyla bir film platosu gibi duruyor. Şarkıya konu olmuş meşhur Agora Meyhanesi ise bu günlerde, aslına aynen uyularak restore edilerek yeniden misafirleriyle buluşmanın heyecanını yaşıyor. Balat, bir yandan, geçmişinin Yahudi kültüründen miras kalan sinagogları öte yandan belki de Mimar Sinan'ın en küçük eseri olan Ferruh Kethüda Camii ya da Müslüman ve Hristiyanların bir araya gelip ibadet ettiği dünyadaki belki de tek yer olan Surp Hreşdagabed Kilisesi gibi benzersiz yapılarıyla, tarih içindeki yolculuğuna devam ediyor.
Fener
Fatih Sultan Mehmet, fethinden sonra, bölgedeki Rumlara dokunulmayacağını ve ibadetlerinde özgür bırakılacaklarını söyleyerek, bu semtin insanını ve yaşamını koruması altına almış âdeta. Pek çok önemli devlet adamı da çıkmış bu dönemde Fener'den. Hatta bu semtin yetiştirdiği Rum Mehmet Paşa, Fatih'in sadrazamlığını yapmış. Fener, İstanbul'un 7 tepesinden birine kurulu olduğu için yokuşu ve merdiveni bol bir semt. Siz de Fener'i gezmeye gittiğiniz vakit, spor ayakkabılarınızı ayağınıza geçirmeyi sakın ihmal etmeyin.
Fener-Rum Ortodoks Patrikhanesi: Kendinizi, Bizans'a gitmiş, o dönemin ihtişamını yaşıyor gibi hissedeceksiniz. Pırıl pırıl altın varaklar, katolik kiliselerinde rastlanmayacak sadelikle birleşince muhteşem bir tezat oluşturmuş. Hele benim gibi paskalya ayinine denk gelirseniz, hiç bilmediğiniz bir ritüelin keşfine çıkabilirsiniz... Benim en sevdiğim sokak ise, merdivenlerle Rum Okulu’na çıkan sokak... Fener, dik bir yokuş üzerine kurulduğu için pek çok caddesi merdivenli olarak yapılmış ve öyle de isim almış. Osmanlı’nın, İstanbul’un fethinden önceki dönemden bu yana hiç kesintisiz Rumların elinde olan yegane kilisesi Moğolların Azize Meryem Kilisesi... Saffet Emre'nin anlattığına göre; İmparator Michael VIII Palaeologus’un gayri meşru kızı prenses Maria Paleologina, diplomatik oyunda bir oyuncak haline gelir. Maria, Moğolların büyük hükümdarı Hülagü ile evlendirilmek üzere 1265’de Moğolistan’a gönderilir. Prenses oraya ulaşamadan Hülagü öldüğü için, oğlu Abagu ile evlendirilir ve Moğol sarayında 15 yıl geçirir. Kocası öldürüldükten sonra başka bir Moğol’la evlenmesi istendiğinde ise artık isyan eder. Buraya gelir. Hayatının geri kalan kısmını, kilisenin yanındaki rahibe manastırında geçirir. Ne yazık ki kadını eşya gibi gören törelere, tüm kültürlerde rastlanıyor gördüğümüz gibi. Kiliseden çıkınca, az ilerde Fener Rum Erkek Lisesi tüm ihtişamıyla sizi karşılayacak.