Bu memleket bizi hasta etti
.
Bütün hafta yatak döşek yattım. Okul çağında çocuğu olanların gayet iyi bildiği gibi, okuldan eve mikrop girdiği vakit bütün aileyi ziyaret etmeden haneyi terketmez. Hayatında ilk defa "Beta" kapan Ada sayesinde biz de bu mikrobu ailece tecrübe etmiş olduk. Şu aralar salgın halinde olduğu için, olası boğaz ağrısı, halsizlik gibi durumlarda mutlaka doktorunuzdan tahlil istemenizi öneririm çünkü grip ve Beta'nın tedavileri farklılık gösteriyor. Bu arada, bu yıl fazla soğuk ve ve hemen hiç kar görmediğimiz için virüsler ve mikroplar güçlenmiş olsa da salgının bu denli yoğun olmasını, ülkemizde yaşanan gerilimden ve bu sebeple uykusuz geçirdiğimiz gecelerden dolayı sinir katsayımızın yükselip, bağışıklığımızın çökmüş olmasına da bağlıyor doktorlar. Uzun lafın kısası; artık mecazi olarak değil gerçek anlamda "bu memleket bizi hasta etti" diyebiliriz, rahatlıkla. Ne diyelim: Allah sonumuzu hayreylesin!
Bugün büyük gün:
YGS yani Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nın ilk barajını aşmak için, bu gün 2 milyondan fazla öğrenci ter dökecek. Tüm gençlere başarılar diliyorum. Elbette, ailelere de çok iş düşüyor bu durumda. Çünkü sınav stresi aileleri de sarıyor. Her ne kadar anne ve babalar çocukları için büyük emek veriyor olsa da artık onların yetişkin birer birey olduğu unutulmamalı ve bu saatten sonra biraz da "olduğu kadar, olmadığı kader" diye yaklaşmalı. Zaten, sınav baskısı altında olan gençler bir de ailenin baskısı altında hırpalanmamalı. Bu günkü sınavda barajı geçen öğrenciler, haziran ayında girecekleri sınavlardan sonra aldıkları puanlara göre tercihlerini belirleyecekler. Gençlerin,kendi seçimlerini kendileri yapmaları gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Hayatımız boyunca, eşimizle olduğumuzdan daha fazla süreyi, işimizle geçiriyoruz. Bu yüzden, insanın sevdiği işi yapması, mutluluğa açılan kapının anahtarı. Günümüzde, pek çok ebeveyn, elbette çocuklarının iyiliği için olduğunu düşünerek seçimler konusunda çok müdehaleci davranıyorlar. Özellikle annelerin, kendi gerçekleştiremedikleri hayallerini çocuklarına dayattıklarını gözlemliyorum. Çocukların başarısızlığına öfkelenmek kadar, başarılarıyla sürekli övünmek de onların kendilerini ailelerinin gözünde bir "proje" gibi hissetmelerine yol açıyor oysa. Çevremdeki gençlerle dertleşmelerimizden anladım ki, sadece sevilmeye ve desteklenmeye ihtiyaçları var. Unutmamalı, biz beğensek de beğenmesek de bu "Onların hayatı!"
Türkiye'de çocuklar sınav ve ödev stresinde. Peki başka ülkelerde?
Sürekli aynı sözü duyuyorum bu ara anne-babalardan: "Çocuklara ödev verilsin istemiyoruz", "Ben çocuğum sınav stresi yaşasın istemiyorum", "Çocuklar gezip oynamalı, okullar sıkmamalı." İtiraf edeyim, ben öyle çocuğum ödev yapıyor ya da ders çalışıyor diye "ah, vah" eden bir anne değilim. Hatta, çalışmanın küçük yaştan itibaren aşılanması gerektiğine inananlardanım. Ama başarı için, çocuğa, çocukluğunu zehir eden zihniyete de karşıyım. Her konuda olduğu gibi, bu noktada da dengeli bir tutum izlenmesinden yanayım. Çocuk sorumluluğunu bilsin isterim. Eğer çocuk elinden geleni yaptıysa sonucu kabullenirim. Etrafımdaki pek çok arkadaşım ise Avrupa'da yaşasak, çocukların ders filan çalışmasına gerek olmadığı için mutlu mesut yaşayacağımızı, özel okullarda okutmak için küçücük çocuklara para harcamak zorunda kalmayacağımızı iddia ediyor. Bu hafta, Londra'dan gelen yönetmen arkadaşıma uzun zamandır merak ettiğim bu konuyu açtım. 15 yaşında oğlu olan İngiliz arkadaşıma bir dokundum bin ah işittim! İngiltere'de devlet okullarının eğitim ve imkanları elbette ülkemizde bir türlü oturtulamayan eğitim sistemiyle mukayese edilemeyecek ölçüde ileri. Ama orada da çocukları belli bir seviyenin üstünde eğitim ve iyi bir kariyer sahibi olsun isteyen aileler çoğunluktaymış ve bu yüzden çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih ediyorlarmış. Arkadaşımının çocuğunun ilkokuluna ödediği ücret, yıllık 45 bin Pound imiş. Bir kısmını vergiden düştüğünde yine de yıllık 100 bin liranın üzerinde para ödemiş ilkokul için. Oğlu 11 yaşına gelince, tıpkı bizdeki Anadolu lisesi sınavlarına benzer bir sınava girmiş. Bu sınava hazırlanırken, ne bilgisayar oynamış, ne arkadaşlarıyla gezebilmiş. Sürekli ders çalışmış. Sonunda puanına uygun bir devlet okulu kazanmış çocuk. Oxford gibi iyi bir üniversiteye girmek için ise pek çok sınavdan, çok yüksek puanlar almak ve ayrıca mülakat gibi bir sürü başka aşamayı da geçebilmek gerekiyormuş. Ve iyi bir yerlere gelebilmek, ancak belli başlı okullarda eğitim alarak mümkünmüş. Velhasıl dostlar, bugünkü dünya düzeninde "lay lay lom" ile ayaklarının üzerinde durabilmek ancak bir fantezi gibi görülüyor. Mars'a filan yerleşmeyi planlıyorsanız bilemem, ama görünen o ki; bu dünyada çocuklarımızı ancak çalışmak kurtaracak. Kuşkusuz, ezberden uzak, aklı geliştiren, yetenekleri destekleyen ve elbette oyuna da zaman bırakan bir çalışma sistemi bizim çocuklarımızın da hakkı.