Şampiy10
Magazin
Gündem

Bekleyiş... AKIL ÇELEN

.

ABONE OL
Vatan Haber

Bekliyorum... Soğuk... Kararlı bir sessizlik... Çaresiz bir bekleyiş... Beklemek her daim çaresiz değil midir zaten? İnsanlara en sevmedikleri şeyin ne olduğunu sorsak, çoğunluk, "beklemek" diye cevaplar herhalde! Oysa insanoğlunun kaderidir beklemek... Bize düşen, boyun eğmek... Geriye sayım, dünyaya gözlerini açtığın gün başlar. Doğduğun gün, bekleyişin başladığı gündür aslında... Ve ömrün bekleyerek geçecektir bundan sonra...
Ama hayatın en heyecanlı bekleyişi bile, mutlak sonu beklemenin yanında teferruattır bir bakıma.
Her bekleyiş bir değildir mutlaka... Beklemenin tadı da başka olur her defasında... Çocukken, doğum günlerini beklersin büyük bir heyecanla, sınav sonuçlarını beklersin sonra...
Geleceğini bilerek beklemek başkadır sevgilini, "keşke gelse" diye beklemek başka... Karnında büyüttüğün bebeğinin yüzünü görmek için beklemekle, askerdeki oğlunun yüzünü görmek için beklemek benzemez birbirine. Hep beklersin işte bir sebeple... Her bekleyişle biraz daha yaklaşarak ölüme...
Bekliyorum ben de... Hastane... Ameliyat... Babam... Korku... Yaşam... Beklemelerin en sevimsizindeyim... Yine de bir sükunet üzerimde...
Mutlak sonu beklemek üzere bizi yaradan, bekleyişlere dayanacak metânetle yoğurmuş hamurumuzu anlaşılan.
Beklemek de yaşama dair... Anladım ki, yaşamın ta kendisi beklemek. Cesare Pavase'nin sözünü artık daha iyi anlıyorum: "Gene de bir iştir beklemek. Bekleyecek bir şeyi olmamaktır korkunç olan." Beklenti kalmayınca anlaşılır, beklemenin kıymeti. Herkes şikayet eder bekleyişten ama, Pablo Neruda'nın dediği gibi "Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem mutluluğun kapısına." O yüzden, beklemenin de tadına varmak gerek, yaşamın tadına varmak için... Sabırla, sükunetle, tevekkülle...
Bingür Hoca'nın (Sönmez) dudaklarının arasında benim sevincim. Babam önce Allah'a, sonra ona emanet. Şanslıyım bu kez. Beklememin mükafatı, büyük mutluluğun müjdeli haberi ile kavuşuyorum babama yeniden. Şükrediyorum... Mutluyum... Elbette bitmedi beklemem... Şimdi de çabucak iyileşmesini bekliyorum babamın ve sonrası için onunla Bodrum hayalleri kurmaktayım. Kısaca, yeni mutluluklara, sabırla temel atmaktayım. Dilerim, hep hayallerimizi buluruz, beklentinin kapısında... Kalın sağlıkla...
Not: Prof. Dr. Bingür Sönmez ve tüm ekibine, babamı bana hediye ettikleri için sonsuz teşekkürler. Var olun...



Siz hiç annenizi kıskandınız mı?

İtiraf ediyorum, ben, artık kıskanıyorum! Babamın annemin bir dediğini iki etmemesini, önünden ardından koşmasını, kendi hastayken bile önceliğinin, annem olmasını fena halde kıskanıyorum! Annem ve babam 43 yıldır evli ve evlendiklerinin ertesi yılı dünyaya geldiğim için, evliliklerinin nerdeyse 40 senesine bizzat şahidim. Bunun 35 yılını, evliliklerin çoğu gibi hır-gürü bol bir şekilde geçiren ebeveynlerime, 60 yaş itibariyle sihirli bir değnek değdi sanki. Nazar değmesin, bir aşk, bir aşk!
Bir taraftan bu durumdan memnun olmakla birlikte gene de kendimi kıskançlıktan alıkoyamıyorum. Kıskançlığımın 3 sebebi var:
Birincisi, tek kızı olduğum halde ve aramızda müthiş bir aşk olduğu halde, son zamanlarda, babamın bana, anneme gösterdiğinin onda biri kadar ihtimam göstermemesi... Bir örnekle izâh edeyim; babamın ameliyatı ve sonrasında refaketçisi bendim. Annem de gündüzleri yanımıza geliyordu. Babam, annem gelince, ameliyatlı haliyle kalkıp anneme yer veriyordu. "Ah yoruldu kadın buralara kadar" deyip durdu! O kadar ki artık annem bile bu ihtimam karşısında şaşırıp kaldı. Bana da bir "aferin"i beklemek kaldı. Bir başka örnek vereyim; stresten, hastanede kaldığımız müddetçe tansiyonum 8'in üzerine hiç çıkmadı. Bir ara annemin de tansiyonu 10 olunca, babam bana dönüp, "Annenin tansiyonu da 10 olmuş, çok üzüldüm" demez mi! Sahiden, düşüp bayılacaktım.
İkincisi; sevgili ebeveynlerim, ben onlarla yaşarken niye bu şahane tabloyu sergilemediler diye kıskanmaktayım. Hayır, hem ‘hır’ın hem ‘gür’ün sebebi ben miydim, meraktayım?
Üçüncüsü; ve en kuvvetli sebep, benim, eşimden, annemin, kocasından gördüğü itibarı elde edememiş olmam! Eeee "İş bilenin kılıç kuşananın Berna" diyeceksiniz! Siz de haklısın tabii! Ben de teselli olarak bu yazıyla bir taşla üç kuş vuruyorum işte!
İşin şakası bir yana, uzun evliliklerde, çiftler, 40 yıl sonra, birbirlerine iyice bağlanıp, "ikinci bahar" seviyesine ulaşıyor. ‘Canım-cicim’ yılları, 60'ından sonra yaşanıyor. Keşke yıllar, eşlerin birbiriyle mücadelesi ile değil hep aşkla geçse... Annemin sitem ettiği gibi "geç kalmış ilgi", vaktinde gelse... Şimdi ben bu satırları yazarken, üç kere tahtaya vurup, sonra kulağımı çekmeyi ihmal etmedim. Zararın neresinden dönülse kâr sayılmalı neticede. Eşimin hakkını yemek istemem; iki gün önce, evliliğimizde 17 yılı geride bıraktık ve birlikte geçirdiğimiz yıllar boyu bana gösterdiği ilgi ve sevgi için ona gerçekten minnettarım. Ama, annemin ulaştığı, "kraliçe" mertebesine ulaşmak için sanırım evlilikte 40 yılı devirmek gerek. Tabii eğer şansımız varsa.

Yazarın Diğer Yazıları

  1. Müslüm filmine dair...
  2. Kızkardeşlik duvarı
  3. Gelecek bize nasıl gelecek
  4. Yoksa siz “Tarihin sıfır noktası”nı hala görmediniz mi?
  5. Nafaka...
  6. Okullar açılırken veli dilekleri
  7. Geç gelen yaz geç gider
  8. Nobel Akademisi’nde kriz
  9. “Y” ile “Z” kuşağı yetersiz ve mutsuz
  10. Çocukları kandileriyle başbaşa bırakın

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.