Amasra deniz kenarı, Safranbolu buram buram Osmanlı...
.
Mart kapıdan baktırır, hayallere daldırır... Hava her ne kadar kazma kürek yaktırıyor da olsa, Güneş yüzünü ucundan gösterdiği ân bahar dallarda... Kim korkar artık soğuktan. Yüreğimize güneş değmiş, ruhumuz ısınmışsa bir kere... Kapalı alanlarda daha fazla durduramaz bizi kimse... Artık kendimizi sokaklara atmanın, yollara düşmenin zamanı...
İşte size, şahane bir hafta sonu kaçamağı önerim: Amasra ve Safranbolu...
Sadece Cumartesi-Pazar gününüzü değerlendirerek yapacağınız bu kısa seyahatle hem birbirinden çok farklı iki muhteşem yer keşfedecek, hem de küçük ve birbirine yakın yerler olduğu için yorulmadan evinize döneceksiniz. Üstelik son derece ekonomik bir gezi olacağını da belirtmeliyim. Muhteşem yemekleri de unutmayalım...
Daha önce ailece gezip dolaştığımız Amasra-Safranbolu hattına, geçtiğimiz günlerde tiyatro oyunumuz "Hoşgeldin Boyacı" için gittim. Şahane bir seyirci ile karşılaşmanın keyfi bir yana, bu güzel coğrafyayla özlem gidermek paha biçilmezdi. Tavsiyem; önce Amasra'ya gidip bir gece küçük motellerinde konakladıktan sonra ertesi gün Safranbolu'ya geçmeniz. Ama Amasra-Safranbolu arasının yaklaşık 1,5 saat olduğunu hesaba kattığımızda, isteyenler Amasra'da, Mustafa Amca'nın "Canlı Balık" lokantasında akşam üstü yemeğini yiyerek konaklama için Safranbolu'ya geçebilir. Ama yok "balık, rakısız olamaz" diyorsanız muhakkak Amasra'da konaklayıp, sabah Safranbolu'ya geçmelisiniz. O tarafa gitmişken, muhakkak, birbirine çok yakın ama birbirinden tamamen farklı dokudaki bu iki yerleşimi birden görmelisiniz. Bu seyahati uzatmak isterseniz de çevrede muhteşem doğal güzelliklerin sizi beklediğine tanık olacaksınız. Dünya'nın en büyük 2'nci kanyonundan, şelâlere uzanan bir cennet bu coğrafya. Ama sadece Cumartesi-Pazar, 1 gece konaklamalı yapacqğınız gezi de eminim sizi çok mutlu edecek.
Amasra:
Bizans'a uzanan tarihi ve Cenevizliler'in mirası kale kentiyle muhteşem bir ilçe. Denizi ortadan bölüp, iki ayrı liman oluşturan burnu, kıyıya yakın küçücük adaları ve ormanlık alanları ile sahiden Cennet'ten kopmuş gibi duruyor Amasra... Daha çok Avrupa'da rastladığımız bir kale-kent yerleşimi burası. Bizans döneminden kalan bazı köprü ve yapılar, Cenevizlilerce kapsamlı bir yerleşkeye dönüştürülmüş. 1560 yılının ekim ayında ise Fatih Sultan Mehmet ayak basmış buraya. "Lala, lala!, Çeşm-i cihan bu m'ola" yani "Dünyanın gözbebeği burası mı" demiş ve kaleye haber göndermiş: "Bu kadar güzel bir yere zarar vererek almak istemem kalenin anahtarını bana getiriniz." Böylece, savaşmadan Osmanlı topraklarına katılır bu güzel belde. İçindeki kilise, camiye dönüşerek bugüne gelmiş. Küçücük ama etkileyici bu güzelliği gezip görmek için birkaç saat yeterli. Kale kapısından girip, tarihi köprüden geçerek, inanılmaz manzarayı içinize çekin ve bol bol da fotoğraf çekin. Sonra hemen, girişteki kale kapısının yanındaki "Mustafa Amca'nın Canlı Balık" lokantasında, denizle iç içe yemeğinizi yiyin. Barbun ve kalamar kızartması eşsizdir. Benden de selâm söyleyin.
Safranbolu:
UNESCO'nun koruması altındaki evleri, tarihi çarşısı (arasta), bakırcıları, lokumları, dünyanın en güzel safranı, sıcacık insanları, nefis et yemekleri ile bir masal kenti âdeta... Zaman durmuş gibi... "Ah keşke hep burda yaşasam" diyeceksiniz. Klasik Osmanlı Kent Mimarisi'ni yansıtan Safranbolu Evleri, "Dünya Mirası" listesinde. Homeros'un ünlü İlyada Destanı'nda yer alan Paflagonya bölgesi tam da burası. Tarihi milattan önce 3000 yılına uzanıyor. 1196 yılından beri de Türkler'in elinde. Tarihte; Hititler, Frigler, Lidyalılar, Persler, Romalılar hep bu coğrafyadan geçmişler. Neye değseniz sanat, nereye gitseniz tarih Safranbolu'da. Hıdırlık tepesine çıkıp manzaraya yukardan bakmadan sakın ayrılmayın. Ekinoksun eşiğini atladığımız şu dönemde herkese mutlu, bol güneşli, çok gezmeli günler dilerim...