Ali İsmail’i unutursak kalbimiz kurusun!
.
Haftanın üzen olayı... Eskişehir’de “Gezi” olaylarına destek için katıldığı yürüyüşte, polisler ve bazı kişilerin saldırısına uğrayıp, 38 gün komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın Pazartesi günü Kayseri’de görülen davası, halkın vicdanını bir kere daha kanattı. Şehirde yollar kapatıldı, polis geniş güvenlik önlemleri aldı. Çevre illerden 500 çevik kuvvet polisi takviye edildi. Oysa davayı izleyenlerin gözyaşlarından başka halk tarafında taşan bir şey olmadı. En ironik olan, tüm kente kontrol hakimken, mahkeme salonunda Jandarma Uzman Çavuş olduğunu beyan eden ve sanıklardan birinin amcası olduğu iddia edilen bir kişinin arbedeye yol açmasıydı. Eskişehir’de görülen davanın, güvenlik nedeniyle Kayseri’ye nakline ise hukukçular da bir anlam veremedi. Üstelik dava dörde bölündü. Bu da, yargı sürecinin sağlıklı işlemesi konusunda iyice şüphe yarattı. Örneğin Kayseri mahkemesi, Eskişehir’deki olay yerini yetki alanı dışında kaldığı için inceleyemeyecek. Tanıklar farklı illerde ifade verecek. Mesela, Korkmaz Ailesi Hatay’da ifade verirken, polis memuru Selçuk Bal Ankara’da dinlenecek. Bu kadar parçalanmış bir davada her mahkemenin bir bölümüne hayiz olduğu dava hakkında nasıl sağlıklı bir sonuç çıkacak, işte Baro Başkanı dahil tüm hukukçuların endişesi bu. Gencecik bir insanın suçsuz yere öldürülmüş olması zaten yürekleri yakarken, duruşmada yaşananlar herkesin içindeki ateşe benzin atmaya devam ediyor. Eskişehir’de fırıncı ocakçısı olarak çalışan ve polisin isteği üzerine Ali İsmail’i çelme takarak durduran Ebubekir Harlar, “Polislerin öldüreceğini bilseydim, Ali İsmail’i durdurmazdım” diye ifade verdi. Sanık polislerin tümünün olay yerinde olduklarını da ekledi. Ali İsmail’in “yapmayın” diye yalvardığını, polislerin de “iyi stres attık” dedikleri de iddianamede yer aldı. Polisler, tanıkların ifadelerini ve iddiaları reddetti, “Biz yapmadık” dedi. Hatta “Bizim dövdüğümüz Ali İsmail değildi” dediler. Dövüldüğü iddia edilen diğer genç ise sokağa geldiğinde Ali İsmail’in çoktan ölmüş olduğunu söyledi. Ve bizler, tüm bunların, Ali İsmail’in annesi Emel Korkmaz’ın önünde yaşanmasına tanık olduk. Biz gördüklerimize,duyduklarımıza dayanamazken, onun acısı hepimizin yüreğini bin kez daha dağladı. Sonuç: Dava dörde bölündü, sanık polis memuru Yalçın Akbulut’un tutuklama istemi reddedildi ve 14 saat süren duruşma 12 Mayıs’a ertelendi. Hemen ertesindeki Mehmet Ayvalıtaş davasında yaşananlar ise çok daha vahimdi. Zaten yargıya itimadı azalmış halk iyice huzursuz oldu. Derinden yaralanmış vicdanlar artık daha çok kanıyor. Çünkü Ali İsmail halkı temsil ediyor ve bu halk, polis de olsa suçlunun cezalandığını görmek istiyor. Bu halk, polisin kendinden üstün tutulmadığını görmek, polisin görevinin halkın canını korumak olduğunun hatırlanmasını istiyor. Bu halk artık kendini güvende hissetmek istiyor.
En dehşet verici: Philip Seymour Hoffman’ın trajik ölümü
Philip Seymour Hoffman’ın ölümü... 46 yaşındaki muhteşem yetenekteki oyuncunun zamansız ölümü bir yana, ölüm şekli hepimizi dehşete düşürdü. İlk gelen haberler Hoffman’ın evinin banyosunda, kolunda şırınga ile bulunmuş olması. Her şeyi olduğunu sandığımız birinin, kim bilir ne büyük boşlukları doldurmaya çalışırken yaşamının son bulması yürek parçalıyor. Daha bir gün evvel Instagram grubumuz #Turkishfollowers ile birlikte ülkemizdeki büyük uyuşturucu tehlikesi “Bonzai” karşıtı bir ilan vermiştik. 10 liraya köşe başlarında çoluk çocuğun alabildiği bu kimyasal madde konusunda çok dikkatli olmaz ve önlem almazsak yakın zamanda vahim sonuçlarla karşılaşabiliriz.
En muhafazakâr kentlerimizden Konya’da, ana cadde üzerinde selektör yapana Bonzai servis edildiğini görmek zor değil. 13 yaşındaki çocukların elinde bu zehir. “Benim başıma gelmez” dememeli ve tüm çevremizi uyarmalıyız. “Eroin” değil diyerek bu illeti hafife almamalıyız. Ve şunu hep hatırlamalıyız, parası, ailesi, kariyeri, saygınlığı ve bir de Oscar heykelciği bulunan Hoffman’ın başına gelebiliyorsa uyuşturucu tutsaklığı, herkesin başına gelebilir. DİKKAT!
En korkutan: ‘Sevhen’ değil ‘re’sen’ sansür dönemi başladı
İnternet sansürü! Ha bugün ha yarın, aniden geçiveren torba yasaların hangisinin ağzından dökülecek diye korkuyla beklemedeydik bir süredir ve çarşamba gece yarısı korktuğumuz başımıza, internete de sansür geldi. Sakın bana “Aman ne güzel işte sapık siteler engellenecek” gibi bir kandırmacayla gelmesin kimse. Çünkü endişe veren, tarifi muğlâk yasanın, kontrolsüz kontrole imkân vermesi. Üstelik bu ülkede az buçuk okur yazar olan herkes, tek iletişimin ve en sıcak habere ulaşma kaynağının sosyal medya, internet gazeteciliği ve bloglar olduğunu biliyor. Elbette, internetin tehlikeleri var. Ama bu yasayla TİB Başkanı sorgusuz sualsiz istediği her siteyi kapatabilecek, kişisel sayfaların erişimini kesebilecek. Yabancı basın çok mu eleştiride bulundu engellenebilecek, bir ev hanımı zamlardan mı şikâyet etti engellenebilecek, bir yerde şahit olduğun olayın videosunu mu koydun engellenebilecek! Alabildiğine geniş bir tanımdan söz ediyoruz yani. Özetle, TİB Başkanı’nın hoşuna gitmeyen herhangi bir fikir sorgusuz sualsiz, hatta yayınlayan internet sitesine dahi haber verilmeden yok edilebilecek. Üstelik çok ciddi cezalar da pakete dahil. Hoşa gitmeyen bir tweet atmanın bedeli bakalım kaç bin liraya mâl olacak! Tabii, internet sitelerine de kontrol zorunluluğu geldiği için Batı’ya göre zaten çok yavaş olan internetimizin iyice yavaşlayacak olması da cabası! Daha yasa geçmeden “sehven” uygulamalar başlamıştı. İşte bu haftanın bir başka bombası; BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) ile TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı), CHP milletvekili Umut Oran’a, kişisel internet sitesinde yayınladığı Atv-Sabah satışına ilişkin soru önergesinin kaldırılmasına yönelik bir yazı göndermiş. Aynı yazı, başka haber sitelerine de gönderilmiş. Yani, BTK ve TİB bahsi geçen sorunun kaldırılması için harekete geçmiş. BTK açıklamasında artık hepimizin kulağına aşina olan “sehven” ibaresini kullandı. “Sehven” ne anlama geliyor şimdi derseniz, “dalgınlık ya da unutkanlık sonucu yanlışlıkla” diye açıklayabiliriz. Aslında, çoğunlukla “yersen” anlamına gelebilecek örneklemelerde kullanıldığını görüyoruz. Hani insana “yuh artık bunun da dalgınlıkla yanlışlığı mı olur” dediği cinsten “sehven” vakalarını artık çokca yaşıyoruz. ÖSYM, 2011 yılındaki YGS soru kitapçıklarında şifreleme olduğunu “sehven” kabul etmişti. Şimdi hepimizin sosyal medyaya yazdıklarımızda “sehven kurban” olabilir ve bir bakarsınız internet sitelerinden insanları fazla uyandıracak açıklamalar, sorular, fikirler “sehven” kaldırılabilir. Eh artık yersen!
En bomba “Fikr-i Takip”: Ah bu öğrencilerin çektikleri
Hemen her hafta SBS ya da TEOG ile ilgili yazıyorum. Birkaç haftadır, geçen yılki liseye yerleştirme sınavı olan SBS nin mahkeme kararıyla iptal edildiğini ve tüm öğrencilerin yabancı dil puanlarının tekrar hesaplanması gerektiğini de yazmıştım. Tabii ki tam tahmin ettiğim gibi MEB bir üst mahkemede itirazını yaptı, ama reddedildi. Gene sonuç tahmin ettiğimiz gibi oldu; okullarında okuyan öğrencilerin hakkı bâki kalacak, ama yeni hesaplamada puanı yüksek çıkan öğrenciler bir üst tercihlerine geçebilecek. Daha önce de defalarca yazdım, gene söylüyorum: Bu yıl ki sınavlarla ilgili iptal ya da değişikliklere de hazır olun! Demedi demeyin!