Şampiy10
Magazin
Gündem

İlk yarıda istihdam

Küresel mali piyasalarda yüksek volatilite devam ediyor. Ani ve sert hareketler borsaların sıkıntılı bir döneme girdiğine işarettir. Beklenen büyük düzeltme günü geldi mi? En azından iyice yaklaşmış gibi duruyor.

Mali piyasaların dikkati gene Fed Başkanı Bernanke’ye odaklandı. Cuma günü yapacağı konuşma heyecanla bekleniyor. Üçüncü kez ortalığa para saçma kararı çıkar mı? Ne diyelim; umut zenginin ekmeği...

İçeride, Para Politikası Kurulu olağan toplantısında faiz ve karşılıklarda değişikliğe gitmedi. Merkez Bankası uyguladığı politikaya güvendiğini vurguluyor. Gereğinde para politikasını daha da gevşeteceğini açıkça söylüyor.

Bu arada yeni para politikasına karşı tavırda ciddi değişim var. Yüksek faiz lobisi hızla eriyor. Yakın geçmişte eleştirenlerin bir bölümü destek veriyor. “Pardon, yanıldık” diyenler bile çıkıyor. Sevindiricidir.

Altı yılın özeti

Hanehalkı İşgücü Araştırması mayıs sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. Nisan-haziran dönemini kapsıyor. Dolayısı ile yılın ilk yarısı itibariyle istihdam ve işsizlik verileri kesinleşti.

Türkiye ekonomisi 2008 krizi sonrasında hızla toparlandı ve giderek büyüme rekorları kırdı. Bekleneceği gibi, başarılı büyüme performansı istihdam ve işsizliği de olumlu etkiledi.

Bugün temel istihdam göstergelerine uzun dönemde bakmak istiyorum. Yazlıkta tablo hazırlamak zordu. Okula dönünce aradaki farkı kapatma imkânı oluştu. Bu fırsatı büyük bir tablo ile değerlendiriyorum.

Tablo 2005 ilk çeyrekten bugüne altı yılı kapsıyor. 2005, 2008 ve 2011’i ele alıyor. Son üç sütunda milyon kişi olarak değişim gösteriliyor. İlki (2005-08) küresel kriz öncesidir. İkincisine (2008-11) küresel kriz de dahildir. Sonuncusu (2005-11) dönemin tümüdür.

Tablodaki tüm bilgiyi yazı ile tekrarlamam mümkün değil. Bazı ana eğilimlere değinmekle yetineceğim. Meraklı okuyucularıma tablonun ayrıntılarını incelemelerini tavsiye ederim.

İyi haber-kötü haber

İyi haberle başlayalım. Son altı yılda Türkiye ekonomisi 3.8 milyon kişiye istihdam sağlamıştır. Ayrıca, ilk dönemden ikincisine yaratılan istihdam iki katına çıkmıştır. Daha önemlisi, artışın neredeyse tümü (3.6 milyon) ücretli istihdamdır.

Altı yılda işsiz sayısı sadece 400 bin artmıştır. Dolayısı ile 2005’ten 2011’e işsizlik oranı 0,2 puan düşerken katılım oranı 3,3 puan yükselmiştir. Ücretli istihdam oranında artış 4,4 puana ulaşmıştır. Bunlar fevkalade olumlu gelişmelerdir.

Ya kötü haberler? Biri tarımda istihdamın artmasıdır. Kriz öncesi dönem iyi: 400 bin azalıyor. Ama son üç yılda 900 bin artış var. “Tarımsallaşma mucizesi (!)” demiştim. Diğeri, sanayi istihdamının yavaşlamasıdır. Kriz öncesi 400 bin kişi iken sonrasında 200 bine geriliyor. İkisi de gelecekle ilgili ciddi soru işaretleri içeriyor.

Kısa dönemli eğilimlere ayrıca bakacağım.

Yazının devamı...

‘Big Mac’ kurları

Döviz kurunun denge değeri nedir? Son günlerde kur tartışması gene canlandı. Hoş, zaten hiç bitmemişti. Ben kendimi bildim bileli döviz kuru tartışılır. Her kur düzeyini ya aşırı yada düşük değerli bulan birileri mutlaka çıkar.

Ancak bu kez biraz daha heyecanlı geçiyor. Örneğin Merkez Bankası Başkanı da katıldı. Yazlıkta canlı yayını izleyemedim. Başçı mevcut düzeyi kıyasla yüzde 5-10 değer kazanabileceğini söylemiş.

“Kambersiz düğün olmaz” misali, ben de topa girmek istiyordum. Şansıma, The Economist iki sayı önce (30 Temmuz 2011) ünlü “Big Mac” döviz kuru endeksini yayınladı. Ayrıntılı tabloya internetten ulaşılıyor. Sonuçları ilginç buldum. Paylaşmakta yarar gördüm.

Çıplak endeks

Hatırlatalım. “Big Mac” özel bir hamburger. Dünyanın her yerinde tıpatıp aynı üretiliyor. Benzer dükkanlarda benzer kıyafetler giyen personel tarafından satılıyor. Böylece kalite ve miktar gibi ölçmeyi zorlaştıran sorunlar ortadan kalkıyor.

Son karşılaştırmada 25 Temmuz’da geçerli fiyat ve kurlar kullanılmış. Türkiye dahil 36 ülke ve euro bölgesi kapsanıyor. Yerli fiyat ABD fiyatına bölününce dolarla satınalma gücünü sağlayan kur bulunuyor. Sonra fiili kurla mukayese ediliyor.

Türkiye örneğini ile somutlaştıralım. Big Mac fiyatı 6.50 TL; ABD’de ise 4.07 dolar. Buna göre iki fiyatı eşitleyen dolar kuru 1.60 TL çıkıyor. Halbuki fiili kur 1.72 TL. Böylece TL’nin yüzde 7 düşük değerli olduğu sonucuna varılıyor.

Parası değerli ülkelere bakalım. Zirvede Norveç var: yüzde 104. İsviçre frangı yüzde 98, İsveç kronası, yüzde 88, Brezilya reali yüzde 52, euro yüzde 21, Arjantin pesosu yüzde 19 ile izliyor.

Diğer uçta Hint rupeesi var: yüzde 53 düşük değerli. Onu yüzde 44’le yuan, yüzde 36 ile Tayvan lirası, yüzde 34’le ruble, yüzde 33’le Meksiko pesosu, yüzde 24’le Polonya zlotysi izliyor. TL listenin ortasında (37’de 19’uncu) yer alıyor.

Kişi başına gelirle düzeltme

Dergi bu yıl bir yenilik yapmış. Kur hesabını satınalma gücü paritesine göre kişi başına geliri ekleyerek yeniden yapmış. Basit ve akıllı bir yöntem. Elde edilen yeni kur gelir düzeyinin etkisini de yansıtıyor. İlginç şekilde, sıralama çok değişiyor.

Parası dolara kıyasla değerli ülkelerin zirvesine yüzde 149’la Brezilya tırmanıyor. Arjantin yüzde 101’le üçüncü, Türkiye (sıkı durun) yüzde 50 ile dokuzuncu sıraya yükseliyor. Norveç ise yüzde 46 ile onunculuğa iniyor.

Euro da TL’nin altında kalıyor: yüzde 36. Çıplak endekste yüzde 44 düşük değerli olan yuan ise düzeltme sonrasında yüzde 3 değerli çıkıyor. Yeni endekste sadece 5 ülke düşük değerli: Suudi Arabistan, Singapur, Tayvan, Hindistan ve Hong Kong.

Biliyorum, tam iktisatçı fıkrası gibi oldu. Bir ölçü kullanıyoruz; TL yüzde 7 düşük değerli. Sonra bir başka ölçü; yüzde 50 aşırı değerli. Haklı olarak “hoca hangisine inanalım?” diyeceksiniz. Merak etmeyin, çelişki yok. Tefsirini bir başka yazıya bırakıyorum.

Yazının devamı...

Küresel düzeltme senaryoları

Geçen yazıda mali piyasa optiğinin dışına çıktık. Küresel ekonominin girdiği darboğazın siyasi geri planını irdeledik. Küresel düzeltme sürecinde esas belirsizliğin Çin’den kaynaklandığı sonucuna vardık.

Mali piyasaların kısa dönemli sorunlarına odaklanmak maalesef iktisatçının ufkunu daraltıyor. Yaşanan sürecin ekonomi politik boyutu ihmal ediliyor. Neticede büyük (makro) resim gözden kaçıyor.

2008’in son dört yazısını küresel krizin makro analizine ayırmıştım. İlki küresel reel dengesizliklerle mali kriz arasındaki ilişkiyi kuruyordu. Kolaylaştırmak için ABD-Çin örneğini kullandım.

“Kuşbakışı Küresel Düzeltme” (25 Aralık 2008) başlıklı ikinci yazı muhtemel düzeltme senaryolarını ele aldı. Temel makro dengelerden hareket ediyordu. Güncel bazı paragraflarını çıkardım. Gerisi aşağıdadır.

“Düzeltme biçimleri”

“Küresel ekonominin önündeki temel sorun şudur: Ürettiğinden fazla harcayan ekonomilerle (ABD) ürettiğinden az harcayan ekonomiler (Çin) arasında üretim-harcama dengesi nasıl yeniden tesis edilecek?

Bir gerçeği hatırlatalım. Ekonomilerde kayıp ve kazançlar birbirini götürmez. Teknik tabirle, yaşamda sıfır toplamlı oyunlar istisnadır. Herkesin kazanacağı ya da herkesin kaybedeceği durumlar ise kuraldır.

Reel dengesizliğin düzelmesi nasıl olacak? Tüketimin üretime oranı ABD’de düşecek, Çin’de ise yükselecek. Dört bilinmeyenimiz var: ABD ve Çin’de tüketim ve üretim miktarları.

Bir uç halden yola çıkalım. Her iki ülkede hem üretim hem tüketim azalır. Ama ABD’de tüketim üretimden daha hızlı, Çin’de ise daha yavaş azalır. Reel dengesizlik küresel küçülme ile düzelmiştir. İki taraf da kaybetmiştir. Buna ‘Büyük Buhran’ diyebiliriz.

Diğer uç hale geçelim. Her iki ülkede hem üretim hem tüketim artar. Ama ABD’de üretim tüketimden daha hızlı, Çin’de ise daha yavaş artar. Reel dengesizlik küresel büyüme ile düzelmiştir. İki taraf da kazançlıdır. Buna ‘yumuşak iniş’ diyebiliriz.

İki uç hal arasında çok sayıda alternatif olabilir. Biri ilginç: ABD’de tüketim azalır, üretim artar; Çin’de üretim azalır, tüketim artar. Reel dengesizlik küresel durgunlukla düzelmiştir. İki tarafın da kaybı ve kazancı vardır. Buna ‘sert iniş’ diyebiliriz.

Anahtar iktisat politikalarıdır

Fiilen küresel düzeltmenin alacağı şekli iki tarafın uygulayacağı iktisat politikaları belirler. Dikkatinizi çekerim. Denklemin bir tarafı tek başına kaderini kontrol edemez. Kendisinin ne yaptığı kadar ötekinin ne yaptığı önemlidir.

Örnek olarak ‘yumuşak iniş’ sağlayabilecek politika kümesine bakalım. Çin: Gevşek para ve maliye politikası ve Yuan’ın değer kazanması. ABD: Sıkı para ve maliye politikası ve doların değer kaybı.

Ne anlama geliyor? Çin ihracatla büyümekten, ABD iç taleple büyümekten vazgeçiyor. Böylece hem kendileri hem küresel ekonomi kazanıyor.”

İşte böyle... Analizin hem son üç yıla hem yakın geleceğe ışık tuttuğunu düşünüyorum. Galiba küresel konjonktür üzerine yeni bir yazı dizisi zamanı geldi. İlk fırsatta...

Yazının devamı...

Ekonominin anahtarı siyasettir

Küresel mali piyasalar haftaya olumlu başladı. Geçen haftanın oynaklığı yerini şimdilik nispi sükûnete bırakmış duruyor. Euro-dolar paritesi de dar bir bant içinde hareket ediyor. Yoksa yeni bir fırtına öncesinin sessizliği mi?

Dışarıdaki hava içeriye de yansıdı. Son baktığımda İMKB yüzde 1,5 yukarıda seyrediyordu. Döviz kuru da biraz gevşedi. Ancak döviz sepeti hâlâ 2.15 TL civarında geziniyor. Kurun yeni alt sınırı acaba nerede sabitlenecek?

Mayıs istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. İkinci çeyreği kapsıyor (Nisan-Haziran dönemi). İşsizlik yüzde 9.4’e geriledi. Mevsim etkisi temizlenince yüzde 10’un biraz üzerinde yatay seyrediyor. Ayrıntısına bakacağım.

TÜİK Haziran dış ticaret endekslerini de yayınladı. İhracat ve ithalat miktar endekslerinde takvim ve mevsim etkisi temizlenince Mayıs’a göre küçük bir artış görülüyor. Son kur hareketinden sonra Temmuz ve Ağustos verileri önem kazandı.

CNBC-e Tüketici Güven endeksleri Ağustos ayı ön sonuçları çıktı. Bekleneceği gibi, küresel sorunlar ve döviz kuru tüketici güvenini olumsuz etkiliyor. 2008 krizinden bu yana en sert düşüş görülüyor. ‘Isınma’ hikâyesi de böylece bitiyor.

Tahminde öncelik siyasettir

Yazlıkta bol ekonomi sohbeti yapıyoruz. Yeni yazdım. İşler iyi giderken iktisatçıya ilgi azalır. Ekonomide sorunlar belirince aniden olay değişir. Vatandaşın anlatılanları ne ölçüde ciddiye aldığını bilmiyorum. Ama soruları artıyor.

Son günlerde kamuoyunun dikkati özellikle AB ve ABD’nin siyasi sorunlarına çevrildi. AB için tartışmalar Almanya’nın borçlu ülkeler karşısındaki sert tutumuna odaklanıyor. Bundan sonra nasıl davranacağı merak ediliyor.

ABD’de borç tavanı kavgası tam anlaşılmamış ve şaşırtmış. Ne olsa bizler yasama ile yürütme arasında bu tür çatışmalara alışkın değiliz. 2012’de Başkan seçimi var. Amerikan siyasetinin büsbütün kilitlenmesinden korkuluyor.

Genellikle lafa ekonomi ile siyaset arasındaki karşılıklı bağımlılığı vurgulayarak başlıyorum. Bu konuda Türkiye’nin deneyimi zengindir. Siyasi dağınıklık mutlaka ekonomiyi rayından çıkartır. Sonra ekonomideki bozulma dönüp siyaseti vurur.

Dolayısı ile siyasi koşulları hesaba katmadan gerçekçi ekonomik tahminler yapılamaz. Bir adım daha atayım. İktisatçının ilk işi siyaseti doğru öngörmektir. Çünkü makro göstergeleri siyaset belirleyecektir.

Çin’i kestirmek olanaksız

İlgimi çeken bir başka husus var. Yaşanan süreçte Çin’in kritik rolü dikkatten kaçıyor. Konuşmalarda Çin’e hiç değinilmiyor. Halbuki küresel dengesizlik Çin ihracatla büyüme modelinde ısrar ettiği için bir türlü düzelmiyor.

Aslında AB ve ABD’de siyasetin yakın gelecekte nasıl evrileceğini iyi kötü görebiliyoruz. Çünkü demokrasi toplumsal karar alma süreçlerine şeffaflık getiriyor. Bunların analizini ve dolayısı ile tahminini mümkün kılıyor.

Türkiye’den örnek verelim. Vatandaşın döviz kuruna duyarlılığı biliniyor. Buradan hareketle hükümetin döviz kuru düzeltmesini seçim sonrasına kaydıracağını tahmin ediyoruz. Nitekim öyle oluyor.

Ya Çin? Tam bir kapalı kutu. İtiraf edelim. Mevcut büyüme modelini değiştirme kararını kimin, ne zaman, hangi koşullarda ve hangi saiklerle alacağına dair kimsenin en küçük bir fikri yok. Dünyayı sarsan esas belirsizlik budur.

Yazının devamı...

İlk yarıda dış denge

Çarşamba günü yazımı gazeteye erken yolladım. Küresel piyasalar sakin duruyordu. İyimserlik yazıma da yansıdı. Ama gün çok kötü bitti. “Eyvah, fena şiştim!” dedim. Neyse ki hava çabuk döndü. Küresel borsalar haftayı yükselerek bitirdi.

Mali piyasalarda aşırı oynaklık hayra alamet değildir. 2008’in ilkbahar ve yaz aylarını hatırlatıyor. Mutlaka Lehman Biraderler’in batışı muadili bir felaketin göstergesi olmayabilir. Ancak tedirginlik altın fiyatına da yeni rekorlar kırdırıyor.

İçeride TL’nin yumuşak değer kaybı sürüyor. “0.5 $ + 0.5 euro” döviz sepeti 2.17 TL’ye kadar çıktı. Merkez Bankası günlük döviz satışını 100 milyon dolara çıkardı. Bu eğilimin önümüzdeki günlerde devam etmesini bekliyorum.

Maliye Bakanlığı yarın Temmuz bütçe sonuçlarını yayınlıyor. Hazine nakit dengesi bir fikir verdi. Gelirler güçlü seyrediyor. Dolayısı ile Türkiye’nin maliye politikası açısından bir sorunu gözükmüyor.

Tekrarı zor bir rekor

Haziran sonu itibariyle ödemeler dengesi verileri Perşembe günü Merkez Bankası tarafından açıklandı. Böylece dış dengede ilk yarı tamamlandı. Doğal olarak medyada geniş yer buldu.

Bu yıl dış göstergeler birbiri ardına tüm zamanların rekorlarını kırıyor. Okuyucularımı çok önceden uyarmıştım. Yılbaşında 2011 için tahmin vermekten kaçınma nedenlerimden biri idi. Haklı çıkmanın keyfini yaşıyorum.

İlk yarıda cari işlemler dengesi açığı 45 milyar doları buldu. Geçen yıl 20 milyar dolardı. İki katından fazla bir artışa tekabül ediyor. İlk yarıda bir önceki dış açık rekoru 32 milyar dolarla 2008’de kırılmıştı. Onun da 13 milyar dolar üzerindedir.

Haziran’da yıllık cari işlemler açığı 72.5 milyar dolara yükseldi. Geçen yıl 27 milyar dolardı. Neredeyse üç katı ediyor. Kriz öncesi dönemin rekoru 49 milyar dolarla Ağustos 2008’de kırılmıştı. Artış oranı yüzde 50’ye yakındır.

Merkez Bankası Beklenti Anketi’nin Ocak 2011 sonuçlarına baktım. Piyasa 2011 için 47 milyar dolar dış açık öngörmüş. Halbuki buna ilk yarıda ulaşıldı. Piyasa tahminlerinin ciddiyeti hakkında iyi bir fikir veriyor.

“Net Hata Noksan” bilmecesi

Bu yılın diğer rekortmeni ünlü “Net Hata Noksan” (NHN) kalemidir. “Nesebi gayrisahih” döviz girişleri Türkiye ekonomisinin mutad bilmecelerinden biridir. Arada sırada patlama yapar. Ayrıntısına girme ihtiyacını hissederiz.

İlk yarıda bu kalemde 9.8 milyar dolar giriş var. Sadece son iki ayda (Mayıs-Haziran) 6.8 milyar dolar. Yıllığı ise 14.4 milyar dolara ulaşıyor. Tahmin ettiniz; NHN için tarihi bir rekordur.

NHN kalemini ayrıca birikimli olarak izlerim. 2005’den başlatıyorum. Kriz öncesinde (Haziran 2008) birikimli giriş 2.8 milyar dolardı. Olağan hata sınırları içindedir. Kriz sırasında 13.5 milyar dolar geldi. Böylece Haziran 2009’da birikimli 16.3 milyar dolara tırmandı.

Sonra bir yıldan fazla yatay seyretti. Örneğin Ekim 2010’da 16.2 milyar dolardı. Ardından patladı. Haziran’da, sıkı durun, 29 milyar dolara ulaştı. Büyük sayıdır. Nereden geliyor? Anlamı nedir? Acaba tersine döner mi? İşte size ilginç sorular...

Yazının devamı...

Kriz geliyor mu?

ABD ve AB kökenli sorunların mali piyasalarda yarattığı fırtına biraz sakinledi. Dünya borsalarındaki düşüşe makul bir açıklama getirmek nispeten kolaydı. Ardından gelen toparlanma için aynı şeyi söyleyemiyoruz.

Rivayetler muhtelif. Fed gevşek para politikasının 2013’e kadar süreceği konusunda garanti verdi. Mali piyasalar bol likiditeyi daima sever. Teknik bir düzeltme olduğunu savunanlar da var.

Toparlanma İMKB’ye de yansıdı. Döviz kuru önce direndi. “0.5 $ + 0.5 Euro” döviz sepeti çarşamba 2.15 TL’yi gördü. Dün kur da gerilemeye başladı. Sepet kur bir süre 2.10 TL civarında dalgalanır.

Merkez Bankası bugün Haziran ödemeler dengesi sonuçlarını açıklıyor. İç talebin sakinleşmesi ve TL’nin değer kaybı önümüzdeki dönemde dış açığı geri plana attı. Gene de ilk yarıda bir daha yakalanması zor bir rekor kırıldığı çok açıktır.

İktisatçıya ilgi arttı

Son olaylar iktisatçıya ilgiyi artırdı. İşler iyi giderken insanlar kısa bir merhaba ile yetiniyor. İki kelime havadan sudan sohbet ediliyor. Ekodiyalog’un akıbeti soruluyor. Halbuki şimdi doğrudan konuya giriliyor. “Hoca, yeni bir dünya krizi geliyor, değil mi?”

Kamuoyunun tedirginliğini gösteren bir başka karinem var. Piyasalar karışınca Hasan Cemal mutlaka arar. Neler olup bittiğini öğrenmeye çalışır. Çarşamba akşamı telefon etti. “2008’deki kadar ağır bir kriz olur mu?” diye sordu.
Aynı soru gece yeğenimden geldi. Biraz konuştuk. Dışarıdaki olayların Türkiye’ye 2008’e benzer şekilde yansımasından çekindiğini gördüm. Böylece bugünkü yazı konumun çıktığına karar verdim.

Tahmin edileceği gibi, bu tür genel sorulara somut cevaplar vermek çok zor. Teknik ayrıntılar insanların ilgisini çekmiyor. Dikkat aralıkları birkaç dakika ile sınırlı oluyor. Kolay yutulan hap gibi bir cevap isteniyor.
Ben de onu deniyorum. Üç basit temaya indirgedim. Bir: Kısa dönemde dünya ekonomisini zor günler bekliyor. İki: Ancak 2008 benzeri sert çalkantı ihtimali düşüktür. Üç: Türkiye 2008’e kıyasla olumsuz küresel koşullara daha hazırlıklıdır.

Kısa durum özeti

Küresel düzeyde temel sorun dünya ekonomisini 2008’e taşıyan reel dengesizliklerin süregelmesidir. Önemli adımlar atıldı. Ama bunları düzeltecek mekanizmalar yeterince çalışmadı. Şimdi gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi.

Bence Çin’in sorumluluğu büyüktür. Gelişmiş ülkelerin yavaşlaması bu kez Çin’i özellikle olumsuz etkileyecektir. 2008 sonrasında zorunlu düzeltmeye direndi. Eski modelinde israr etti. Gecikmenin bedelini hem kendi hem dünya ödüyor.
Türkiye 2008’de iktisat politikalarını gevşetmekte çok geç kaldı. Bu ise gereksiz yere resesyonu derinleştirdi. O dönemde çok eleştirdim. Bu kez erken tedbir alındı. Yönetimin dersini öğrenmiş olması sevindiricidir. Türkiye bu sancılı dönemi nispeten hafif atlatabilir.

Yazının devamı...

TL’de ‘yumuşak iniş’

Dünya ekonomisinde olumsuz gelişmeler birbirini izliyor. Kredi değerlendirme kuruluşu Standart & Poor’s ABD hazinesinin de kredi notunu kırdı. Halbuki borç tavanı sorunu yeni halledilmişti. Tarihinde ilk kez oluyormuş. Arkası gelebilir.

Doğal olarak Asya ve Avrupa borsaları haftaya düşüşle başladı. Onları Amerika borsaları izledi. İMKB’nin kaybı son baktığımda yüzde 7’ye ulaşmıştı. Buna karşılık döviz piyasası sınırlı tepki verdi. Döviz sepeti 2.10 TL’yi aşmadı.

Haziran sanayi üretimi verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Geçen yıla kıyasla artış hızı toplam sanayide yüzde 6.7’ye, imalat sanayiinde yüzde 7.5’a geriledi. Takvim ve mevsim etkisi düzeltilmiş endeksler ise mayısa kıyasla düştü.

Dün Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı NTV’de Servet Yıldırım’ın sorularını cevapladı. Maalesef izleyemedim. Yazlığa radyo ve TV sokmamanın böyle mahzurları olabiliyor.

Ayrıntılarını yarın ben de sizler gibi gazetelerden okuyacağım.

“Kurcular” kazandı

Pazar günü 4 Ağustos kararlarının ilk değerlendirmesini yaptım. Genelde desteklediğimi söyledim. Merkez Bankası yönetimini cesareti için kutladım. Teknik donanımını methettim. Sıra kararların tefsirine geldi.

Merkez Bankası ne yapmaya çalışıyor? İktisatçılardan farklı hatta zıt görüşler okuduğunuza eminim. Son kararların bir kesimi hem şaşırttığını hem de kızdırdığını sanırım izlediniz.

Kısa süre önce Türkiye’de konjonktür politikası tartışmalarını “iki tarz-ı iktisat” başlığı ile özetledim.

Tarafları “sıcak paracılar” ve “kurcular” şeklinde ikiye ayırdım. Ekonomi yönetiminin yerinin bilinmediğini söyledim.

Okuyucularım hatırlayacaktır. İlkbahardaki uzun konjonktür analizini de iktisat politikası opsiyonlarına gelince kestim. Nedenini açıklarken, hükümetin tavrını ancak seçim sonrasında görebileceğimize işaret ettim.

Sonbahara doğru belirginleşmesini bekliyordum. Küresel sorunlar takvimi öne çekti. Bence 4 Ağustos kararları ile resim netleşti. Lafı dolandırmaya hiç gerek yok. Ekonomi yönetimi “kurcular” cephesini seçti. İşin özü budur.

Açalım. Merkez Bankası dış açıkta somutlaşan makro dengesizliğin düzelmesi için döviz kurunun rekabetçi düzeye gelmesi gerektiğini kabul ediyor. Yani TL’de değer kaybına yeşil ışık yakıyor. Değer kazandıracak yöntemlerden kesinlikle kaçınıyor.

Öte yandan mali piyasaların abartılı tepkilerini, sık sık dengeden çok uzaklara savrulabildiklerini biliyor. Dolayısı ile kur üzerinde denetimini sürdürmek istiyor. Elindeki gücü bu yönde kullanacağını ilan ediyor.

Hedefin ne olduğu çok açıktır. Kimseyi korkutmadan, çalkantıya yol açmadan yavaş yavaş TL değer kaybedecektir. “Yumuşak iniş” ifadesi tam oturuyor. “İntizamlı düzeltme” yolunda atılmış çok ciddi bir adımdır.

Mümkün mü? Başarılı olur mu? İktisatçılara çok tartışma malzemesi çıktığı kesindir.

Yazının devamı...

Merkez Bankası’ndan doğru hamle

Perşembe günü yazlığın olağan dertleri ile uğraşıyordum. Buzdolabındaki garip ağlama sesi bir türlü bitmiyor. Yeni telefonun evdeki tesisata uymayan kablosunu değiştirmek için köye gitmek gerekiyor. Datça yolculuğunun hazırlıkları var.

Doğrusu bu koşullarda ekonomi ile fazla ilgilendiğimi söyleyemem. Televizyon ve radyo zaten yok. 3G’siz internet felaket yavaş; dönünce Turkcell’e data hattımı iade edeceğim. Velhasıl küresel mali piyasaları kasıp kavuran fırtınadan çok geç haberdar oldum.

Haftanın son iki günü mali piyasalar için çok kötü geçti. Borsalarda krizden bu yana en sert düşüşler yaşandı. Varlık fiyatlarında oluşan balonun sonuna gelindi mi? Bu soruya yakın geçmişte birkaç kez evet dedim. Sütten ağzım yandı; şimdi yoğurdu üfleyerek yiyorum.

Son gelen veriler dünyada reel ekonomik göstergelerle (büyüme ve işsizlik) mali göstergeler (borsalar, risk algısı) arasındaki uyumsuzluğu daha belirgin hale getirdi. Çalkantılı günlerin süreceğini düşünüyorum.

Şaşırtan kararlar

Perşembe günü esas bomba içeride patladı. Olağandışı toplanan Para Politikası Kurulu’nun iktisat politikasının bundan sonraki seyri açısından önemli işaretler taşıyacağını yazmıştım. Ama bu kadarını ben bile beklemiyordum.

Para otoritesi birden fazla cephede ekonomiye müdahale etti. Alınan kararların ayrıntıları medyada yer aldı. Emimin gelen zıt tefsirleri de okudunuz. Gözlemcilerin şaşkınlığı dikkatinizi çekmiştir.

Merkez Bankası iki faizi değiştirdi. Bankaları fonladığı haftalık faiz yarım puan indirimle yüzde 5.75’e çekti. Bir rekordur; fonlama faizi ilk kez yüzde 6’nın da altına düştü. Faiz arttırımı umutları içindeki mali kesim açısından tam bir şok oldu.

Aynı anda kendi borçlanırken ödediği faizi üçbuçuk puan artışla yüzde 5’e yükseltti. Şaşırtmadı çünkü bunu yapacağını daha önce açıklamıştı. “Faiz koridorunun daraltılması” diyor. Ayrıca repo ihalelerinin bankalar arasında dağılımına yönelik teknik değişikliğe gitti.

Mali kesim döviz likiditesini arttırmak için döviz mevduatı karşılık oranlarını yarım puan indirdi. Etkisi 930 milyon dolar. En önemlisi döviz satım ihalelerine başladı. İlk aşamada 50 milyon dolar sattı.

Merkez Bankası’nda dönüşüm

Lafı dolaştırmayacağım. Merkez Bankası’nın kararlarını kesinlikle destekliyorum. Elbette ayrıntılarda bazı eleştirilerim var. Ama bunlar sonucu değiştirmiyor. 4 Ağustos 2011 Türkiye’nin para politikası tarihinde kelimenin tam anlamı ile bir milat olduğu kanısındayım.

İki ana nedenini vurgulamak istiyorum. Bir: Piyasa beklentilerine bu kadar zıt kararlar gelecekle ilgili risk almaktır. Cesaret gerektirir. Merkez Bankası’nın bürokratik zihniyeti üzerinden attığına işarettir. Fevkalade önemlidir.

İki: Geri planda çok güçlü bir teknik donanım oluşturulduğu anlaşılıyor. Bu tür radikal kararları alabilmek için göstergeleri okuduğuna güvenmesi gerekir. Bu yönde ipuçları geliyordu. 4 Ağustos kararları teyid etti. Kararların anlamı ne? Düzeltme sürecini nasıl etkileyecek? Bugün yerim bitti. Önümüzdeki dönemde uzun uzun tartışma fırsatımız olacaktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.