Şampiy10
Magazin
Gündem

Fortune 500 ‘Teğet geçmedi’ diyor!

Fortune Türkiye, 2008 yılı bilançolarını baz alarak hazırladığı Türkiye’nin en büyük şirketlerinin listesi olan Fortune 500 Türkiye’yi yayınladı. Banka, finans kurumu ve holdingler dışında kalan sanayi ve ticaret şirketlerinin yer aldığı liste, önemli bulgular içeriyor.

İlk ve belki de en temel bulgu, krizin hiç de teğet geçmediği Fortune 500 Türkiye; küresel krizin Türk firmalarına olan etkileri konusunda bir ilk teşhiş niteliğini taşıyor. Listede yer alan şirketlerin net satışlarının toplamı 2007’ye göre yüzde 16.3 artarak 337.2 milyar TL’den, 392.3 milyar TL’ye yükselmiş. Net satışlardaki bu artışa karşın 500. sıradaki şirketin cirosu geçen yıl 89.5 milyon TL iken bu yıl 78.7’ye gerilemiş.

Asıl çarpıcı olan ciro artışına karşın toplam net kârlar yüzde 35.5 azalmış.

Bilançolar üzerinden yapılan incelemelerde de şirketlerin “sağlığının” da pek iyiye gitmediği görülüyor. Finansal rasyolardaki kötüleşme oldukça dikkat çekici.

İlk 10’a altı enerji ve petrol şirketinin girdiği listede yer alan şirketlerin cari oranlarının bozulması; kısa vadeli varlıklarının, kısa vadeli borçlarını karşılama yeteneğinin azalması anlamına geliyor. Bu oranın 1’in altında olması şirketlerin iflâs etme olasılıklarının hızla artıyor olması anlamına geliyor.

Kârlılık açısından bakıldığında durum çok daha vahim. Satış, özkaynak ve aktif kârlılıklarının hepsinde çok ama çok ciddi gerilemeler var. Bu durum özellikle listenin alt sıralarında daha da dikkat çekici. Üst sıralardaki; diyelim ki ilk 100’deki şirketler, krize karşı daha dayanıklıyken, listenin “KOBİ’leri” krizden çok daha fazla etkilenmişler. Kârlılıklarda son sıralardaki şirketlere bakıldığında oran negatife, yani zarara dönüyor. Oranlar bazında tek artış; borç/özkaynak oranında. Bu da hiç hayra alamet değil. Şirketler çok daha fazla borçlanmaya başlamışlar demektir.

Gönüllü katılım esasına ve şeffaflığa dayalı olarak hazırlanan bu çalışmaya bazı şirketler katılmamış. Bunlardan bazıları kâr ya da cirolarının krizden olumsuz etkilenmesi nedeniyle çalışmaya katılmazken, krizi fırsata çevirip kârlarını normalden fazla artıranlar da katılmamışlar. Sadece Fortune 500 Türkiye listesinde yer almayı başaranları değil; gönüllülük esasıyla hazırlanan bu çalışmaya katılan tüm şirketleri kutlamak gerek. Çoğunluğu halka açık olmayan bu şirketleri hem şeffaflığa ve yönetim ilkelerine verdikleri önem hem de kurumsal öz güven adına kutlamak gerek. Şeffaflığın ne kadar önemli olduğunun önümüzdeki günlerde daha iyi anlaşılacağını umuyorum.

Bu çalışmanın bence en çarpıcı noktası; Türkiye’nin 500 büyük şirketi ile ABD’nin 500 büyük şirketinin kıyaslaması. 2008 yıl sonu Merkez Bankası dolar alış kuruyla hesaplandığında listenin toplam net satışları 258.7 milyar dolar. Bu rakamla Türkiye’nin 500 şirketi ancak ABD’nin üçüncü büyük şirketi Chevron’a (2008 satışları 263 milyar dolar) yetişebiliyor.

Bir bardakta kopan fırtınaları düşündükçe...

Yazının devamı...

Borsalarda yeni çöküş mü başlıyor?

Tüm dünya borsaları Mart ayı başından itibaren hızla yükselişe geçti. Dev endekslerde yüzde 50’lere varan artışlar oldu. Ancak son günlerde İMKB bu düşüşlere gözünü kapasa da dışarısı tam anlamıyla kaynıyor. Dua edelim de hareket “W” tipi olmasın!

Mart ayının ilk haftasında başlayan ve dünya piyasalarında ciddi bir rahatlama getiren ralli sona ermiş görünüyor. “Yeşil filizler” senaryosu ciddi taraftar topladı. Nasıl toplamasın, başta Amerikalılar olmak üzere, tüm insanlar iyi habere o kadar muhtaçlardı ki, Bernanke’nin bir lafıyla piyasalar “(d)ipten döndü”.

6.440’dan yükselişine başlayan Dow Jones Endeksi 8.800’ün, 666’dan yükselmeye başlayan S&P 500 Endeksi de 950 seviyelerinin üzerinde kalamadı. Başta konut ve işsizlik verileri olmak üzere temel veriler henüz daha “(d) ipten dönüşü” teyit etmezken, yaşanan rallinin sürdürülebilmesi hayli zordu. En azından cari piyasa koşulları ve tüketim eğilimleri ile şirketlerin fiyat/kazanç oranları, piyasa fiyatlarını haklı çıkarmıyordu.

Diplerden başlayan hareket sonrasında S&P 500’ün yüzde 43 değer kazanmış olması, başta petrol olmak üzere emtia fiyatlarının hızla artması (petrolde 32.8-73.0 dolar/varil, yüzde 122’lik artış) herkesin umduğu “V dönüşü” fikrini güçlendirdi. Herkes dibin görüldüğünü, bir daha o diplere geri dönülmeyeceğini düşündü. Amerikan bankaları FED’den aldıkları parayı geri ödeyecekler (hatta bunu şampanya patlatarak kutlayacaklar) ve piyasalar normale dönecek!

Hiç düzeltme olmayacak, piyasalar hep yukarı çıkacak! Bu mümkün mü? Tabii ki değil... Son günlerde ABD piyasalarında (ve de dolayısıyla bizde de) yaşananlar da aslında son rallinin bir düzeltmesi. Henüz daha ciddi boyutlara da ulaşmış değil.

Dow Jones Endeksi’nin 7.950-8.050 bandına kadar geri çekilmesi ciddi bir sorun yaratmayacak. Böylesi bir düzeltme “V” dönüşü umutlarının zayıflamasına, “ters L” tarzı; ki bunca felaketten sonra belki de en ehven-i şer seçenek; bir dönüş fikrinin güçlenmesine neden olacaktır. Bu arada dua edelim de “W” olmasın!

Önceki gün Dünya Bankası’nın resesyonun beklenenden daha da uzun sürebileceğini açıklaması da bu fikri destekler nitelikte.

İMKB neden düşmüyor?

Tüm bunlar olurken İMKB; ABD piyasalarından olumlu bir “ayrışma” içinde. ABD borsaları gerilerken, İMKB pek oralı olmadı. Hatta sadece ABD borsalarına mı? Brezilya, Güney Afrika, Macaristan düşerken İMKB düşüşe direndi. Geçtiğimiz hafta piyasaları “gaza getiren” IMF-Lipsky haberleriyle bu direniş ciddi destek buldu.

Sürdürülebilir mi? Bence bu da sürdürülebilir değil. Bir taraftan IMF anlaşması konusunda somut bir adım atılmış değil, diğer yandan dünya piyasaları ve de gelişmekte olan ülke piyasaları düşerken bizim bu hareketten “bağışık” kalmamız pek mümkün değil. Ama az ama çok mutlaka eşlik edeceğiz.

Dow Jones 8.000’lerin altına inerken, İMKB’nin 34.500’ün üstünde direnmesi hayli zor. Bu hafta içinde ABD piyasalarındaki satışların sürmesi durumunda; İMKB’deki düşüş/düzeltme öncelikli olarak 33.000 (düz) seviyesine kadar sürecek gibi görünüyor.

İMKB’deki direncin ardında IMF “umudunun” yanı sıra VOB’daki pozisyonlarında payı var gibi görünüyor. Haziran vadeli kontratın bitmesine bugün de dahil 5 işgünü kaldı. VOB’da 3 aracı kurum önemli miktarda “uzun pozisyon” taşımaya devam ediyor. Pozisyonları gereği bu kurumlar piyasanın yukarı gideceğine inanıyor, ya da “kısa pozisyon” açmış olanlar (yani piyasaların düşeceğine inanlar) o kadar dağınık ki, piyasalara yön vermekten uzaklar.

Bu “uzun” pozisyonlar; spekülatif ya da türev ürünlerle veya doğrudan hisse senetleriyle ilgili olabilir. Tek başına spekülatif olamayacak denli büyük pozisyonlar bunlar. Mutlaka diğer işlemlerle alakalı olsalar gerek. Her ne sebeple olursa olsun, “uzun pozisyonların” birkaç kurumda toplanmış olması, piyasaların dengeli hareket etmesinin önünde engel teşkil edebiliyor.

Önümüzdeki 5 işgünü bunu anlamaya çalışacağımız bir süre olacak.

Yazının devamı...

IMF’yi zaten satın almamış mıydık?

Haftanın başından, Perşembe günü öğleden sonraya kadar 34.500 seviyelerinde “mehter adımlarıyla” hareket eden İMKB, “IMF ile bir anlaşmaya varıldı” dedikodusuyla coştu. Hem hisse senetlerinde hem de VOB’da sert yükseliş hareketleri oldu. Söylentiler anlaşmanın 18 aylık (hükümetin tercihine uygun) ve finansman paketinin de 13-15 milyar dolarlık olacağı şeklindeydi.

Tam da IMF Başkan Yardımcısı Lipsky’nin ziyaretine denk “gelen (?)” bu söylentiler sonrasında neredeyse diğer tüm piyasaların düşer ya da ayak sürürken; İMKB’nin yüzde 3.24’lük yükselişle aradan sıyrıldı. IMF Türkiye Temsilcisi Samei’nin “Bunu nereden çıkarıyorsunuz?” demecine, Babacan’ın “Söylentilere boşverin, resmi açıklamalara bakın” demesine rağmen Perşembe günkü yükseliş, Cuma günü de korundu.

Piyasalar genel olarak IMF anlaşmasından yana tavır koyuyor. Ancak ha oldu, olacak; ha bugün, ha yarın derken bir yıldan bu yana yılan hikayesine döndü bu iş. Lipsky’nin “sürpriz” Ankara ziyareti, Bodrum’daki TÜSİAD toplantısında konuşuyor olması, piyasaların duymak istediği bir cümle sarfedeceği umudu söylentilerin gücünü/etkisini artırdı. Anlamadığım bir nokta var: Resmi açıklama dahi gelmeden “satın alınan” bu haberi biz zaten son bir yıl boyunca satın almamış mıydık?

Daha doğru bir soruyla “IMF anlaşmasının yapılmayacağını hiç fiyatlamış mıydık?” Tabii ki hayır. IMF anlaşmasının kesinlikle yapılmayacağı açıklansaydı, inanın bugünden çok daha farklı ve de krizi çok daha derinden hissettiğimiz seviyelerde olurduk.

Bu ihtimal hiçbir zaman fiyatlara yansımamışken, yapılıyor olmasının bu denli “abartılması” birilerinin canını fena yakabilir. ABD piyasaları da yükseliş için patinaj yaparken, bizdeki “IMF gazı” da bittikten sonra piyasaları ne yukarı götürecek? Diğer yandan hafta başından bu yana adeta piyasaları “tutanlar” (yine mi birileri daha iyi haber aldılar?); bu havayı bekliyorlardı. Şimdi bu haberle; hem fiyat, hem de miktar açısından daha rahat kârlarını realize edebilecekler.

Neden bir kâr realizasyonu olabileceğini düşündüğüme gelince... Başbakanının; Genelkurmay’dan çıkan belgenin “sahte olması vahim, sahte olmaması daha vahim” sözlerini okumuşsunuzdur. Buna benzer bir söylemle; bir iki gün içinde değilse bile çok yakın bir zamanda; IMF anlaşması yapılsa da yapılmasa da borsaya bir satış gelecek görünüyor.

Anlaşma yapılsa, “beklenti bitti” veya “finansman paketi beklenenden düşük” oldu diye; yapılmasa yeni bir hayal kırıklığı sebebiyle “ertelenen” bir satışın olacağını düşünüyorum.

Hele ki İMKB diğer tüm piyasalardan sırf IMF sebebiyle “pozitif olarak” ayrışmışken...

Yazının devamı...

Japon Yeni görmemiş olanlar unutulmuş!

Hükümet, kredi kartı mağdurlarına nihayet el attı. Kredi kartlarıyla ilgili üç konuda yeni düzenlemeler yapılıyor.

1- Kredi kartı kullanım bedeli: 3.500 TL’ye kadar kullanım limiti olanlar için 35 TL’ye kadar (ki bankalar büyük ihtimalle bunu sabit ücret olarak uygulayacaklardır), daha yüksek limitler için limitin yüzde 1’ini geçmeyecek şekilde bankalar belirleyebilecek.

2- Yüzde 20 olan asgari ödeme tutarı: BDDK tarafından yüzde 10-30 arasında belirlenebilecek. Piyasalar sıkıştığında BDDK kart kullanıcılarını korumak için yüzde 10’a çekebilecek, bankaları korumak istediğindeyse de yüzde 30’a çıkarabilecek.

3- Temerrüde düşmüş kart borçlarının yeniden yapılandırılması: 31 Mayıs 2009’a kadar bir şekilde Tahsili Gecikmiş Alacak (TGA) haline gelmiş olan kredi kartı borçlarının temerrüde düştükleri tarih esas alınacak. O tarihten bu yana; TCMB tarafından hesaplanacak ve bankaların 3 aya kadar mevduata uyguladıkları faizlerle güncellenecek borç bakiyesi kanunun yayını takip eden 60 gün içinde “yeniden yapılandırılabilecek”. Üstelik bu yeniden yapılandırma oldukça makul sayılabilecek katsayılarla 6 aydan 36 aya kadar olabilecek.

Banka bilançolarını rahatlatacak, bankalar ile kredi kartı “mağdurları” açısından “sulh olabilme” adına iyi bir fırsat bu kanun. Her ne kadar devlete olan vergi, SSK gibi yükümlülüklerini zamanında ödemiş olanlar gibi; yine kart ödemelerini zamanında yapmış olanlar ödedikleriyle kalıyor olsalar da; sistemi zorlayan önemli bir sorunun aşılması adına önemli bir adım.

Ödeme kabiliyeti olan ya da kendisini zorlayarak bunu sağlayabiliecek olan borçluların bu “süreli” fırsattan yararlanmalarında fayda var görünüyor.

Döviz üzerinden yapılan borçlanmalar için de önemli değişiklikler yapılmış durumda. Yurtiçindeki bankalar, mevcut uygulamada döviz girdisi olmayan şirketlere dövize endeksli kredi verebiliyorlardı. Doğrudan döviz kredisini ise yurtdışındaki şube ve iştirakleri aracılığıyla kullandırıyorlardı. Türkiye’nin yabancı borçlanması içinde görülen bu kredilere karşılık tutulan teminatlar da yurtdışında tutulmak zorundaydı.

Yapılan bu değişiklik esas itibarıyla istatistiki bir sonuç doğuracak. Teminatların ve kredilerin yurtiçine gelmesi, bankacılığın hem aktifini hem de pasifini büyütecektir. Net etkisi teorik olarak “sıfır” olurken, Türkiye’nin yabancı borcunu azaltıcı, görünümünü iyileştirici bir etkisi olacak.

Asıl bireyleri ilgilendiren çok temel bir değişiklik yapılıyor. Bireyler artık döviz kredisi kullanamayacaklar. Geçtiğimiz yıllarda faizi çok düşük diye; hayatında Japon Yeni banknot bile görmemiş olanlar; yen üzerinden borçlandılar. Kurlar yukarı gidince de bir çoğunun canı yandı. Her ne kadar çıkacak kanunda bunlar için bir şey yapılmıyor olsa da ‘benzer sorunlar yaşanmaması’ adına sıradan vatandaşın dövizle borçlanması toptan yasaklanıyor!

Bu konuda işin kolayına kaçılmış.

Döviz ya da dövize endeksli geliri olanlar bile TL cinsinden borçlanmak zorundalar artık. Bu konuda bireylerin tam ve açık olarak bilgilendirilmeleri, riskleri konusunda aydınlatılmaları yönünde düzenlemeler yapmak yerine yasaklama cihetine gidilmiş.

Riskini takip edebilenler bile TL faizleri açısından bankaların insafına terkedilmiş durumda.

Yazının devamı...

Daha da sıcak olacak!

Mart ayından bu yana piyasalarda yaşanan ralli hız kesmişe benziyor. Yükseliş yorgunu ABD hisse senedi piyasalarında bir düzeltme görülme ihtimali artıyor. Wall Street’te gerçekleşecek bir düzeltme hareketiyle İMKB de 34.005-34.137 puana inebilir

Yaz mevsiminden bahsetmiyorum. Yaz, hepimizin malûmu... Finansal piyasalardan bahsediyorum. Gerçi bu başlık son iki senedir “sıradan” oldu. Piyasalar yaz tatilini unutmaya başladı. Bugünlerde bir yandan yükseliş trendindeki yorgunluk, diğer yandan artan dalga boyları piyasalardaki “harareti” artıracak.

Sadece piyasalarda mı hararet artıyor? Pakistan artan savaş maliyetlerinin yarattığı bütçe açığından dolayı IMF’den 4 milyar dolarlık bir borç talep ediyor... İran’da “yeşil kurdela devriminden” bahsediliyor... Çin, “nükleer” Kuzey Kore’ye (dünyanın yeni yumuşak karnı) karşı uygulanacak Birleşmiş Milletler yaptırımlarına destek vermek durumunda kaldı...

Tüm bunlara bir de hafta sonu toplanan G-8 maliye bakanlarının yorumları eklenince ortalığın ısınması kaçınılmaz. G-8 maliye bakanları; krizden çıkmak için hükümetlerinin “açtıkları” teşvik paketlerini, şimdi nasıl “kapatacaklarını” tartışmaya başladılar. Bunu bugünden yarına yapmayacaklar. Almanya gibi daha tutucu olanlar enflasyonu da düşünerek bir an evvel, ABD gibi “elini korkak alıştırmayanlar” mümkün olduğunca geç aksiyon almayı tercih ediyorlar. Toparlandığı düşünülen piyasalarda, yeni olumsuzluk dalgası gelir ise erken davrananlar daha fazla zarar göreceklerinden herkes birbirini izlemek durumunda kalıyor.

G-8 maliye bakanları; uyumlu bir şekilde bunların nasıl ve hangi yöntemlerle sonlandırılmasının daha iyi olacağını analiz etmekle IMF’yi görevlendirmişler. Bu çalışmaların sonuçlarının Ekim’de İstanbul’da yapılacak yıllık toplantılarda açıklanması ve birtakım kararlara varılması bekleniyor. Bu durum, İstanbul’da yapılacak IMF toplantılarının önemini ve popülaritesini artıracak gibi görünüyor.

2-3 aylık “uzun vadeyi” bir yana bırakıp önümüzdeki haftaya baktığımızda, ilk göze çarpan G-8’de gündemi işgal eden ve son haftalarda hızla artan ABD devlet tahvili getirileri... ABD 10 yıllık tahvil getirileri geçtiğimiz hafta yüzde 4’e kadar yükseldi, haftayı 3.79’dan kapattı.




İMKB’DE YÜKSELİŞ İHTİMALİ ZAYIF


Doların bu hafta içinde değer kazanması, dolar/TL’deki 1.5175 ve 1.5090’daki teknik hedeflerin görülme ihtimalini azaltacaktır. Hafta başında yatay bir seyir olduğu takdirde bu seviyelere gelinebilir. Ancak euro/dolarda 1.38’lerin görülmesi ve altına inilmesi bu ihtimali azaltacaktır. Dolar/TL’de kritik üst bant olarak 1.5650 seviyesi önemini koruyor.

Bu hafta asıl kritik olan İMKB cephesi. Geçtiğimiz iki haftaya kadar, ABD piyasalarından “ayrışmış” olan İMKB, son iki haftadır ABD piyasalarına yavaş yavaş “yakınsıyor”!

Bu yakınsama henüz daha net ve kuvvetli değil. Ancak ama yakında ama zaman içinde beraberlik yeniden “tesis edilecektir”.

Haftalık bazda bakıldığındaysa, geçen hafta görülen en yükseğin, hem bir önceki haftanın altında hem de trendin altında kalması, İMKB’de bu hafta yükseliş ihtimalini sınırlıyor.

ABD piyasalarının da desteklediği bir düşüş/düzeltme sırasında ilk aşamada geçen hafta başında 34.006-34.137 arasında oluşan boşluğu kapatacak bir hareket olacaktır. Sonrasında 33.000 ve 31.000 (şaşırtıcı bir şekilde düz rakamlar) seviyeleri ana düzeltme hedefleri olarak resmin içine giriyorlar.

35.360 seviyesinin üzerindeki günlük bir kapanış, yukarıdaki senaryonun ertelenmesine ve sadece ana düzeltme seviyelerindeki rakamların “küsuratlı” hale gelmesine neden olacaktır!



RALLİ YORGUNU WALL STREET

Bu hafta içinde özellikle G-8’lerin kısa zamanda bir aksiyon almayacaklarını açıklamaları sonrasında tahvil faizlerinde bir gerileme yaşanabilir. Benzer şekilde yükselmekte zorlanan, yükseliş yorgunu ABD hisse senedi piyasalarında da bir düzeltme görülme ihtimali yükseliyor. Geçtiğimiz haftayı 946’dan kapatan S&P 500 Endeksi’nde; bu hafta içinde 956’nın üzerinde bir kapanış olmadığı takdirde 927 ve altına doğru bir geri çekilme olacaktır. 900 seviyesi “psikolojik” bir destek olacaktır. 956’nın yukarı geçilmesi durumundaysa 995’e kadar sürebilecek bir hareketin önü açılacaktır.

ABD faiz ve hisse piyasalarındaki hareketlerin dolar endeksine ve de euro/dolar paritesine mutlaka “yan etkileri” olacaktır. Geçtiğimiz hafta gerileyen dolar, bu hafta içinde başta euro olmak üzere diğer önemli paralara karşı değer kazanacak görünüyor. Euro/dolarda 1.3950 seviyesi kritik. Bu hafta içinde bu seviyenin altına inilme ihtimali yüksek. Bu da önce 1.3785, ardında 1.3440’ların yolunu açabilecektir. Paritede 1.4125’in üzerine çıkılması ise, bu tahminlerin “çöpe gitmesi” demektir.

Yazının devamı...

Endeks 10 yaratılsın!

Geçtiğimiz günlerde İzmir’de kurulu olan ve sermaye piyasalarımızda gittikçe daha fazla önem kazanmaya başlayan Vadeli Opsiyon Borsası’na müşteri pozisyonlarının aracı kurumlar arasındaki transferi (give-up) konusunda bir önerim olmuştu. VOB’a önerilerime bir yenisini daha eklemek istiyorum.

İMKB Endeks 10 kontratları işleme açılsın!

Hemen olmaz demeyin! İstenirse olur! Yalnız bunun için bazı adımlar atılmalı.

Önce İMKB, “Endeks 10”u yaratmalı. Zira İMKB’de işlem gören hisse senetleri ile ilgili “endeks yaratma yetkisi/ayrıcalığı” sadece İMKB’de. VOB’un Endeks 10 üzerine “yazılmış” vadeli kontratlarla ilgili işlemleri başlatması ancak İMKB’nin bu endeksi yaratmasından sonra mümkün olabilecek.

“Yeni bir endeks gerekli mi?” diye sorulabilir. VOB’un Endeks 30 kontratı ile İMKB’de bu endeksi oluşturan hisse senetlerinin işlem hacmi karşılaştırmasına bakmakta fayda var. Görülen o ki “türevi” son iki ayda Endeks 30 hisselerinde işlemlerden daha fazla hacime sahip.

Endeks 100 kontratlarında neredeyse hiç işlem olmazken Endeks 30 kontratındaki yüksek işlem hacminin ardında; işlem yapanların önemli çoğunluğunun yabancı yatırımcılar olması var. Amaç arbitraj imkânlarından yararlanmak. Arbitraj imkânı (farklı iki piyasa ya da ürün arasında kâr fırsatı); “spot piyasa” olarak anılan hisse senedi piyasasında satış, buna karşın VOB kontratlarında alım yapılması ya da tersi durumlarda ortaya çıkabiliyor. (Mekanizmasına ileride değineceğim.)

Bunun için de hisse senetlerinin borç alınması ya da verilmesi gerekiyor. Endeks 100’deki hisselerin borç alınması/verilmesi, bunların spot piyasada alınıp/satılması meşakkatli bir iş olduğundan; spot/vadeli arbitrajı ile uğraşanlar, 30 kağıdı, 100 kağıda tercih ediyorlar. Bu nedenle de VOB’daki Endeks 30 kontratı diğer bütün kontratların çok ötesinde bir işlem hacmine sahip.

İMKB’nin Endeks 10’u yaratması ve VOB’un da bunu işleme açması tek başına yeterli değil. Her iki piyasanın işlem hacminin artması için Takasbank’a da önemli bir görev düşüyor. O da yaratılacak Endeks 10’daki hisse senetlerinden oluşan; 10, 50 ve 250 bin TL’ye denk gelecek büyüklüklerde borç alınıp, verilebilen “hisse senedi havuzları” oluşturması. Bu havuzlar Takasbank nezdindeki Ödünç Pay Senedi Piyasası (ÖPSP) aracılığıyla boç alınıp verilebilecek. ÖPSP asli işlevini yapar hale gelecek.

Böylesi bir açılım; ağırlıklı olarak Londra’daki kurumlar arasında süregiden hisse senedi borç alma/verme piyasasının, Türkiye’ye yönelmesine yardımcı olacaktır. Hatta uzun vadede İstanbul’un finans merkezi olması yolunda atılan bir adım olacaktır.

Endeks 10’un hayata geçirilmesiyle; ÖPSP’nin, İMKB’nin, VOB’un ve de tüm bunlara aracılık eden kurumların işlem hacmi ve dolayısıyla da gelirleri artacak. Diğer taraftan yatırımcılar da yeni bir yatırım tarzı ile tanışıp, portföylerini daha kontrollü yönetebilecekler, atıl durumda portföylerde bulunan hisse senetleri de temettü dışında “ek gelir” imkânına kavuşabilecek.

Yazının devamı...

Bono faizleri neyi fiyatlıyor?

Hazine, Mayıs ayında 1.2 milyar, Ocak-Mayıs döneminde ise 20.3 milyar TL açık vermiş. Her ne kadar faiz dışı rakamı beklentilerin üzerinde gelse de 48 milyar TL’ye revize edilen ancak 60 milyarı bile aşabileceği endişeleri düşünülen bütçe açıkları bono piyasalarını “geriyor”. Bu gerginlikte genel olarak TL cinsi bono faizlerinin artmasına neden oluyor.

Geçtiğimiz Cuma günü önemli bir trend kırıldı. Hem da kapanış bazında... Cuma günü gösterge bono bileşik faizleri yüzde 13 bileşiklere kadar çıktıktan sonra 12.91’deki kapanmıştı. Cuma günü teknik açıdan önemli olan ve 12.67 seviyelesindeki 50 günlük Hareketli Ortalama ve de kısa vadeli düşüş trendi yukarı yönlü aynı anda kırıldı. Üstelik de oldukça da kararlı bir şekilde!

Cuma günkü sert yükselişin ardında, Perşembe günü açıklanan paketin payı vardı! Paketin “kaynak” tarafında sadece işsizlik fonu var görünüyor. “Sonlu” bir kaynak bu fon. Yeni paketin eninde sonunda bütçeye ciddi yansımaları olacağı, bunun da hızla büyüyen açığı daha da arttıracağı endişelerinin faizlerdeki yükselişte payı olduğu aşikâr.

Buna bir de ABD’deki 10 ve 30 yıllık tahvil getirilerinin artışının sürmesi ve de piyasalardaki “bozulma” eklenince, bono bileşiklerindeki yükseliş dünde devam etti. Bileşikler 13.17’den kapandı.

Bundan sonrası için ilk önemli “istasyon” yüzde 13.30 bileşik seviyeleri olacaktır. Bu seviyenin kırılması durumunda “ikinci ana istasyon” olarak 14.35 bileşik seviyeleri konuşuluyor olacaktır. arada inişli çıkışlı bir seyir ve de “tali duraklar” mutlaka olacaktır.

Devletlere borç verenler tüm olup bitenleri yakından izliyorlar. Tüm merkez bankalarının ve de merkezi hükümetlerin harcamaları arttırmak için daha fazla kaynağa ihtiyaç duymaları, ister istemez onların daha “nazlı” davranmasına neden oluyor. Onlar korkup, nazlandıkça faizler de artıyıyor. Teşvik ya da destek isteyenler, eninde sonunda bunun faturasının kendilerine de çıkacağını unutmamalılar.

Ekonomide kolay çözüm yoktur! Sadece ekonomide mi? Hayatın bir çok alanındaki “kolay” görünen çözümlerin faturaları hep misli olarak ödenmiyor mu?

Yazının devamı...

Hafta sonu yarış ve nostalji!

Yazın ilk ayının başındayız. Bir zamanlar motor sporlarıyla uğraşmış ve Formula 1 fanatiği olarak benim için yarış ayı. Yarışlara katıldığım sırada İstanbul’a bir F1 pisti kurulacak dendiğinde bunun bir hayal olduğunu düşünmüştüm.

Hayal gerçeğe dönüşmeye, inşaat yükselmeye başladığında yakın dostlarımdan biriyle böylesi bir pistin yapılmasının anlamlı olup olmadığına dair tartışmıştık. O; Türkiye’de motor sporlarına ilginin az olduğunu, önce yerel go-kart ve küçük yarış pistleri kurarak bu spora ilginin artırılması gerektiğini iddia etmişti. Bense böylesi bir tesisin kurulmasının öncelikle bu sporun yapılabilirliğini arttıracağını söylemiştim. Diğer yandan Avrupa’nın otomotiv üretim üssü olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin böylesi bir yatırımla bu imajını güçlendireceğini iddia etmiştim.

Geriye baktığımızda her ikimizin de haklı olduğu bazı noktaların olduğu ortaya çıktı. Evet böylesi bir tesis otomobil sporuna olan ilgiyi arttırmakta tek başına yeterli ol(a)madı. Diğer yandan Türkiye’nin bölgesindeki konumu, imajı açısından katkıları olduğuna inanıyorum.

Yarın İstanbul Park’ın 5. yarışını izleyeceğiz. Bu yarışın son olacağı dedikoduları vardı. TOSFED başkanı Mümtaz Tahincioğlu 2011’deki yarışa dek sözleşmenin ve de tabii ki yarışların süreceğini söylüyor. Bu arada iki sene önceki Sayın Talat’ın kupa vermesi, katılım parasının ödenmemesi gibi kural ihlalleri yaşanmazsa diye eklemeyi de unutmuyor.

Her ne kadar F-1 takımları arasında bu yılki rekabet eskiyi aratsa, bütçe sınırlamalarının Ferrari’nin tepkisini çekse, seyirci ilgisinin azaldığı konuşulsa da halen daha Rusya, Hindistan, G.Kore gibi ülkelerin takvimde yer alabilmek için sırada olmaları F-1’in cazibesinin sürdüğünün bir kanıtı. Petrol Ofisi’nin başarılı sponsorluğundan sonra şimdi sırada ING Bank var. Umarım onlarda başarılı olurlar ve sponsorlukları sürer.

Ben bir şekilde orada olacağım. Sizlerin de bu muhteşem motor spor şovunda bulunmanız, bu şovun devamı açısından önemli.

Kabataş’ın Pilav günü

Yarının benim için bir başka önemi daha var. Mezun olduğum Kabataş [Erkek] Lisesi’nin geleneksel pilav günü. Sadece bir pilav günü değil. Beşiktaş’ın efsanevi başkanı Sayın Süleyman Seba’nın büstünü açılacak. Kabataş’ın daha önce hayattayken büstlerini diktiği efsanevi öğretmenleri Sayın Zeria Bali ve Sayın Oktay Tuncer’den sonra Seba’nın da büstü kendisi hayattayken açılıyor.

Acaba bu gelenek okula ve de öğrencilerine 30 yılını vermiş, halen daha fizik laboratuvarını iyileştirmek için çabalayan sevgili fizik hocamız Cumhur Işın için de devam edecek mi diye merak ediyorum. Hani henüz daha kendisi de hattayken...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.