Adam terziye gidip bir takım elbise diktirmiş. Eve gelince karısı kıyameti koparmış:
“Bak” demiş, “Görmüyor musun, sağ omuzunda kocaman bir pot var! Derhal geri götür bunu.”
Adam tekrar terziye gitmiş, omuzundaki potu göstermiş, karısının kızdığını anlatmış. Ama terzi demiş ki: “Senin omuzun yanlış duruyor birader. Böyle durursan tabii pot olur. Sağ omuzunu şöyle öne çıkar, tamaaaam! Bak şimdi pot falan var mı?”
Adamcağız tekrar eve gitmiş. Karısı bu kez daha fazla bağırmış adama: “Baksana yahu” demiş “Sol tarafın olduğu gibi bozulmuş. Kolun sarkıyor, omuzun bozuk!”
O elbiseyi diktirdiğine diktireceğine bin pişman olan adam tekrar terziye gitmiş. Durumu anlatmış.
Terzi yine adamı suçlu çıkarmış: “Bak birader” demiş, “Senin sol tarafında da bir çarpıklık var. Sol kolunu şöyle arkaya kıvır, omuzunu da ileri ver, hafifçe de öne eğil, bak pot kalıyor mu?”
Adam denileni yapmış ve sokağa çıkmış.
Karşıdan bir karı-koca geliyormuş.
Yanından geçerlerken adamın karısına şöyle dediğini duymuş:
“Bak, zavallı adam sakat ama terzisi çok iyi!”
Bu fıkrayı, çarpık bir elbise gibi duran yozlaşma düzenine kendilerini uydurarak kusurlarını kapatacaklarını düşünenler için anlattım.
Bu ülkede her şey kötü, herkes çirkin ya da yoz değil elbette. Her görüş, her ideoloji, her yöre ve her sosyal sınıftan milyonlarca ‘düzgün insan’ın varlığını biliyoruz.
Ne var ki genellikle düzgün insanların sesi çıkmıyor, köşelerine çekilmiş oturuyorlar da, nerede ipini koparmış ipipullah sivri külah varsa onlar pompalanıyor.
İşte bu da negatif seleksiyon yani tersine elek sisteminin bir sonucu.
Bu sistem nitelikli, olgun, birikimli, terbiyeli insanları eleyip, ötekileri ortaya çıkarıyor. Bu işin en kötü tarafı yozlaşmanın, kitle iletişim araçları yoluyla bütün toplumu ve özellikle çocukları, gençleri etkilemeye başlaması.
Ortega Gasset diyor ki: “Bu dünyada hiçbir şey, kitle kültüründeki yozlaşma kadar bulaşıcı değildir.”
Gelin de İspanyol filozofa hak vermeyin.
Birkaç yıl önce yoz eğlenceyi kendilerine hakaret olarak gören insanlar, şimdi o eğlence biçiminin etkisi altında kalıyorlar.
Hem bu iş sanatçı, politikacı, büyükelçi, bürokrat dinlemiyor. Zevksizlik, herkesi yutmaya hazır bekleyen bir kara delik.
“Âlem sana uymazsa sen âleme uy” ya da “Elle gelen düğün bayram” tekerlemelerine sarılıyorlar.
Ve üstlerine düşen kültür mücadelesini yapmadan, kolayca, sıcak bir suya gömülür gibi zevksizliğin içine gömülüyorlar.
Bu noktadan sonra ne seçicilik kalıyor, ne düzgün Türkçe, ne kaliteli müzik, ne de bir kültür tavrı.
Kişiliğinizi daha fazla sakatlamamak için yozlaşmalara karşı çıkmak en doğrusu.
Çünkü ödün vermenin sonu yok.