Elim kalem tutmaya başladı başlayalı, “insanın değeri, insan oluşundan gelir” ilkesini tekrarlayıp dururum. Bir ana babadan doğan insan yavrusu, aklı erene kadar ne dilinin farkındadır, ne milliyetinin, ne dininin, ne mezhebinin, ne bayrağının. Fransa’da doğmuş bir bebeği altı aylıkken İstanbul’a getirin; Türk adı ve Müslüman kimliği verin; bu değerlerle büyür. Hatta belki bunların militanı olur.
Bir Filistinli bebekle, İsrailli bebek hastanede karıştırılsa, (ya da bir Yunan bebeğiyle Türk bebeği) birbirlerinin kimliklerini alır ve belki de büyüdükleri zaman, aslında ait olmadıkları din ve milliyetler uğruna birbirlerini öldürürler.
Sadece ‘insan’
Dünyanın bütün bebekleri “insan” olarak doğar. Sonra bu insana doğduğu bölgeye ve kültüre uygun bir ad konulur; dini, mezhebi öğretilir, milliyeti belirlenir.
İnsanların çoğu bu andan sonra içine girdiği kimliği benimser ve tesadüfen başka bölgelerde doğmuş olanlara öfke beslemeye başlar.
Biz de deriz ki: İnsan, sadece insan! Adının önüne hiçbir sıfat konmamış insan.
Ama emin olun ki şartlanmış kafalara bunu anlatabilmek çok zordur: Ciltler dolusu kitaplar yazsanız, konferanslar verseniz bile, sağır kalpler ne demek istediğinizi kavrayamaz. Çünkü kafalarında böyle bir model yoktur.
Mısır’da alçak ellerin vurduğu Esma’ya elbette içim yanıyor, Suriye’de katledilenlere de öyle.
Ama biri İhvan mensubu Sünni, ötekiler Şii olduğu için değil.
Sadece etten kemikten insan oldukları için.
Kimileri ise öyle şartlanmış ki; Esma için gözyaşı dökerken, kendi ülkesinde ölenlere bir rahmet okumayı çok görüyor.
Suriye’deki kimyasal vahşete bile “taraf” olarak yaklaşıyor. “Kim yaptıysa Allah belasını versin!” diyemiyor.
Fikirler ve görüşler!
Bu yüzden “Sizinle aynı görüşten değilim ama fikirlerinizi çok beğeniyorum” diyen mesajlar alıyorum.
Onlara “Madem ki fikirlerimi beğeniyorsun o zaman aynı görüşteyiz demektir” cevabını veriyorum.
Aslında ne demek istediklerini anlıyorum elbette.
Düşünen kafaların anlaşılamadığı bir toplumda, insanlara biçilen kaftanlarla, klişelerle hareket etmeye alışmışlar. Herkesi “şucu, bucu” diye ayırmaya şartlanmışlar.
Oysa kafalarını sıkan şu deli gömleklerinden bir kurtulsalar.
“Kim diyor?” değil de “Ne diyor?” diye sormayı öğrenseler.
Meselelere ön yargısız, temiz ve iyi niyetli yaklaşmaya başlasalar.
Ama ne yazık ki olmuyor işte. Çünkü kafalarını bir takım odaklara kiraya vermişler.
Ben ise yıllardır söylediğimi (son nefesimde de söyleyeceğimi) yinelemekle yetineyim.
“Ben tarafım elbette. İnsandan yanayım.”
Hangi taraftanım!
Haberin Devamı