Arabesk, “halk” anlamına gelmiyor

Haberin Devamı

Türkiye’nin evrensel bilim dünyasına hediye ettiği birkaç değerden birisi olan Şükrü Hanioğlu, sağolsun, gönül indirmiş ve benim naçiz yazıma cevap vermiş.

Ben, hele ülkeden bu kadar uzakken, elimin altında istediğim referans kitaplarını bulamazken, değerli hocayla bir kavram tartışmasına girecek değilim. Theodor Adorno’ya, Nietzsche ile Wagner’in müzik konusundaki tartışmalarına da değinmeyeceğim. Konfüçyüs’ün, toplumsal çürümeyi müzik bozulmasıyla ilişkilendiren sözlerini de irdelemeyeceğim. Ancak, yanlış anlaşıldığımı hissediyor ve kendimi daha iyi ifade etmek istiyorum.

İlk yazıda da belirttiğim gibi, TRT’de yasaklı olduğum yıllarda arabeskin yasaklanmasına karşı çıkıyor ve bu kararların “Bir adanın bir denizi yasaklaması“ gibi saçma bir şey olduğunu, büyük kitlelerin dinlediği bir müzik türünün er geç bu yasakları kırıp galip geleceğini yazıyordum. (Bu yazıları önümüzdeki günlerde yayınlayacağım.)

Ayrıca yukarıdan aşağıya bir toplum modeli oluşturmanın yanlış olduğunu da defalarca vurguladım. Mesela jandarmanların, Âşık Veysel’in yedi kere sazını yaktığını belirterek bunu eleştirdim.

Ama ne olursunuz, arabesk sevmeyen herkesi “elitist“ ilan etmeyin. Çeşitli Arap ülkelerinin müziğini severek dinlerim, çünkü o hakiki bir şeydir ama arabesk hakiki değildir. Nasıl eurobesk değilse, arabesk de bu ülkenin malı değildir.

Bakın Neşet Ertaş öldü ve Türkiye sallandı. Çünkü büyük ozanın geçmişten geleceğe taşıdığı bir müzik mirası vardı. Âşık Veysel de öyleydi, Mahzuni de. Bunlar arabesk miydi, elit miydi; hayır halkın özbeöz kendisiydi ama bakın bugün Türkiye’nin en ünlü pop starları Âşık Veysel türküleri söylüyor, tamamen kentli genç kuşaklar da bu parçalarla coşuyor. Yani şarkıları köyde kalmadı, ülkenin mayasına harcına ve kentlerine karıştı.

Aynen tarlalarda çalışan kara derililerinin yaktığı ağıt demek olan ‘blues’un bugün R&B olarak yeniden hayat bulması gibi.

***


Herkes mesleğine göre düşünür. Bir parmaklığın yanından geçen mimar ölçülere bakar, boyacı boyasını görür, gardiyan ise bambaşka bir şey hatırlar.

Ben bir müzisyenim ve bütün içtenliğimle söylüyorum; arabesk müzik beni son derece rahatsız ediyor. (Acaba arabesk sevmemeye bir ceza konacak mı yakında?)

Canetti’nin “Kamaşma“ romanındaki Kien gibi “Niye gözlerimin kapakları var da kulaklarımın yok“ diye yıllardır inliyorum. Bu müzik türünün insanı aşağı çektiğini, vahşileştirdiğini, garip bir nihilizme sürüklediğini, değerler sisteminden kopardığını biliyorum. (Sadece sözler değil, müzik.)

Hoca bunların bir sebep değil sonuç olduğunu söylüyor, amenna, doğrudur,

Ama artık ne olur bu ülkede kimse kimseyi; daha lirik, daha duyarlı, daha yaşanılır, daha temiz, daha geleneksel değerlerimize uygun bir hayat ve böyle bir kentlilik istediği için “elitizm“le suçlamasın.

Mesela bu ülkenin Alevileri, Egelileri, Kürtleri arabeski hiçbir zaman kabul etmediler. Semahlarını, zeybeklerini, ağıtlarını söylediler. Şimdi “arabesk“ olmadığı için bu milyonlarca insanı da “elitizm“le mi suçlayacağız?

Aslında bu konular, gazete yazısı çerçevesini çok aşıyor.

Ayrıca VATAN’ı yöneten arkadaşlar uzun yazmamızı istemiyorlar. Bu yüzden ileride devam etmek ve halk müziğine gönül vermiş milyonların canını yakan bu konuyu başka yazılarda irdelemek üzere, 2007’de yazmış olduğum bir yazıyı dikkatinize sunuyorum.

(Yarın devam edecek)

DİĞER YENİ YAZILAR