Küba denince ilk akla rom ve puro geliyor, tabii bir de Che Guevera... Fidel Castro’nun ölümüyle değişimin hızlandığı Küba’yı eski haliyle görmek için acele edin. Unutmayın 12 milyonluk Küba Havana’dan ibaret değil...
Küba büyük bir ada. En batısındaki Pinar del Rio'dan en doğusundaki Santiago de Cuba'nın arası 1074 km. Nüfusu 12 milyon olan Küba tabii ki Havana'dan ibaret değil. Küba denilince akla ilk olarak rom ve puro gelir. Küba'nın çok kişiye göre dünyanın en iyisi olan purolarının yapıldığı tütünler ülkenin batısında cennet gibi bir vadide üretilirler. Pinar del Rio, Havana'ya iki buçuk saat mesafede, sakin bir bölünmüş yoldan rahat bir yolculukla ulaşılıyor. Kasaba adını bölgedeki çam ormanlarından almış, ama tütün ile yaşıyor. Bir zamanlar oldukça zengin bir kasabaymış. Caddelerinin iki tarafına dizili klasik Yunan sütunlarıyla süslenmiş binaları zamana karşı direniyor. Ama asıl tütün bölgesi Pinar del Rio'dan yemyeşil tepelerin arasından kıvrılarak giden yoldan yarım saatte ulaşılan Vinales. Gözünüzün önüne dağlarla sarılı her tarafından yeşillik fışkıran bir vadi getirin, ortasına gelişi güzel sarp tepeler yerleştirilmiş, uzaklarda küçük bir köy ve ağaçların arasına gizlenmiş. İşte Vinales'e gelmeden sizi karşılayan manzara bu. Tepeye bir de otel yerleştirmişler, Los Jazmines. Aklınızda olsun. Vinales'de tütün tarlalarının ortasındaki puro sarılmasını seyredebilir, tam kaynağında puro alabilir, sonra da köyün sokaklarında bir kafede oturup romunuzu yudumlarken "Küba çok güzelmiş" diyebilirsiniz. Bir de, rom ve puro derken unutuyordum, Vinales vadisinde çok sayıda mağara var ve bunlardan Gran Caverna de San Tomas 18 km uzunluğuyla Latin Amerika'nın en büyük mağarası!
"Küba’yı Havana’dan ve purodan ibaret sananlar yanılıyorlar."
Kışın ortasında deniz keyfi
Küba, Karayiplerin en büyük adası ve özellikle kış ortasında giderseniz tabii ki denize girmelisiniz. Adanın en önemli turizm merkezlerinden Varadero Havana'ya iki saat mesafede denize doğru uzanan bir yarımada, her tarafta kumsallar, palmiyeler ve o dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikteki turkuvaz rengiyle uçsuz bucaksız deniz. Otellerin neredeyse hepsi her şey dahil, ama herşey dahile limitsiz Mojito ve Daiquiri dahil olunca doğrusu pek itirazınız olmuyor. Bir İspanyol zinciri olan Melia, Varadero otellerinin iyilerinden, aynı kumsaldaki Amerikalı sanayi devi Dupont'un şimdi pahalı, ama vasat bir restoran olan malikhanesi de görkemli mimarisi için görülmeye değer.
Che Guevara’nın zafer kazandığı yer
Küba seyahatinin olmazsa olmazı Trinidad'a giderken yolda Santa Clara'ya uğrayabilirsiniz. Burası Che Guevera'nın Batista'nın kuvvetlerine karşı son zaferini kazandığı yer ve Che'nin mezarı da burada. Trinidad'a gelince, siz de yazarınız gibi kolonyal döneme ilgi duyuyorsanız, sizi yıllarca önceye, geçmiş bir döneme götürecektir. Trinidad, Diego Velazquez tarafından 1514 yılında kurulmuş, Latin Amerika'nın en eski şehirlerinden biri. İlk başta önemli bir ticaret merkeziyken zamanla önemini kaybetmiş, ama bu sayede de Trinidad'da zaman durmuş, şehir neredeyse yüzyıllardır değişmemiş. Her Latin Amerika şehrinde olduğu gibi bir kenarında kilise olan bir Plaza Mayor etrafındaki gösterişli binalarla şehrin yaşam merkezi. Oradan dağılan yüzyıllar evvelinin Arnavut kaldırımı sokaklar rengarenk pastel evleriyle ziyaretçilerin gözlerini okşamaya devam ediyorlar. Trinidad denizden biraz içeride, yamaçlarda kurulmuş, ama denize de 15 dakika mesafede. Kilometrelerce uzanan kumsallardaysa gene limitsiz Mojito ve Daiquiri içebileceğiniz oteller var.
Güneyin incisi Cienfuegos
Bir de Cienfuegos var ki Trinidad-Havana yolculuğunda mutlaka uğranmalı. Yeni bir şehir, 1819’da şeker kamışı plantasyonları olan Fransızlar tarafından kurulmuş ve devrin İspanyol valisinin ismini taşıyor. Cienfuegos kolonyal dönemde "güneyin incisi" diye tanınan zengin bir şehirmiş. Panjurlu localarıyla harika bir mimarisi olan Teatro Tomas Terry'de bir zamanlar Enrico Caruso bile sahne almış. Cienfuegos hem Benny More, hem de cha-cha-cha'nın doğum yeri. Şehir bir gün geçirmek için ideal. Tiyatronun bulunduğu şehrin ana meydanı Parque Marti'de zaman geçirdikten sonra Paseo del Prado'nun hoş binalarının arasında bir yürüyüş yapabilir ve deniz kenarında küçük bir marinası olan güzel bir Art Nouveau binadaki Club Nautico'da öğlen yemeğini yiyebilirsiniz. Dönemin zenginlerinden birisinin Granada ve Sevilla'nın saraylarından esinlenerek yaptırdığı Palacio de Valle de biraz kitsch olsa da görülmeye değer.
Ülkenin en müzikal şehri
Küba'nın en doğusundaki Santiago de Cuba'ya gelince, buranın ülkenin en müzikal şehri olduğu söylenir ki, bu da Küba gibi müzikle yaşayan bir ülke için önemli bir özelliktir. Küba'nın ikinci büyük şehri de zamana karşı direnen, insanlarının da buna uygun bir şekilde, ağır bir tempoda yaşadıkları bir yermiş. Santiago festivalleri, karnavalları ile ünlü, ama Havana'ya da 860 km mesafede, yani çok vaktiniz yoksa bir iç hat uçak yolculuğu gerektirecek mesafede. Değer mi derseniz bilemeyeceğim, Santiago'ya gitmedim; ama Vinales'den Cienfuegos ve Trinidad'a kadar, oraları görmeden Küba yolculuğunuzu Havana ile sınırlarsanız yazık edersiniz diyebilirim.