İstanbul’un en sevdiğim restoranlarındandı. Alman Lisesi’nde okurken soğuk kış günlerinde İstiklal Caddesi’ndeki St. Antuan Kilisesi’nin karşısındaki daracık Olivya Geçidi’ndeki ‘Rejans’ yazılı kapıyı bulur, taş merdivenleri büyük bir hevesle çıkardık. Rejans’ın dekoru, atmosferi o yıllarda lise talebesi olan bizleri hayranlık içinde bırakır, kendimizi hiç görmediğimiz Moskova’ya gitmiş gibi hissederdik. Yüksek tavanlar, omuz boyu eski lambriler ile kaplanmış duvarlar, üzerlerinde müdavimlerin adlarının yazılı olduğu küçük pirinç plaketler. Garsonlar mekan kadar yaşlıydılar, nedense her seferinde bize servis yapan kısa boylu tombul yanaklı garsonun yüzü hala gözümün önünde. Beyaz masa örtüleriyle aynı kumaştan yapılmış bir beyaz ceket giyerdi. İkinci porsiyon piroşkilerimizi istediğimizde “Birer tane yediniz, başka müşteriler de yiyecek” diye azarlardı. Piroşkilerden sonra ana yemeğimiz neredeyse hep Böf Strogonof, nadiren de Tavuk Kievski olurdu.
Kaldığı yerden devam
Rejans, İstanbul’un ilk Rus lokantalarındandı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Rus ihtilalinden kaçan üç arkadaş tarafından kurulmuş. Bizim müdavimi olduğumuz yetmişli yıllarda yaşlarını tahmin edemediğimiz Rus madamlar dekorun bir parçası gibi kasanın başında otururlardı. Sonra Rejans’tan uzak kaldım, doksanlarda döndüğümde tanıdık simalar gitmişti, bir süre sonra Rus lokantamızın kendisi de kapandı.
Onun için geçen hafta Olivya Geçidi’ndeki merdivenleri çıkarken heyecenlıydım. Yıllar önce olduğu gibi duffle coat’umu girişteki küçük vestiyere bıraktım. İçeri girdiğimde gülümsemiş olmalıyım, çünkü ‘gençliğimin Moskova’sı bütün güzelliğiyle karşımda duruyordu. Yüksek tavanlardan şık avizeler sarkıyordu, eskinin boş duvarlarını görkemli aynalar, güzel tablolar süslüyordu.
Masalar şık beyefendiler ve hanımefendiler ile doluydu. Hayal gücümüzü biraz zorlayınca onların aralarında eski müdavimlerden Agatha Christie ile Mata Hari’yi ve İkinci Dünya Savaşı yıllarının Franz von Papen gibi diplomatlarını, casuslarını görebiliyorduk. Atatürk’ün masası ‘sonsuza kadar rezerve’ yazısıyla lokantanın en kıymetli müşterisinin varlığını yaşatmaya çalışıyor.
Rejans yılların Rejans’ı ama isim kullanma haklarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ‘1924’ adıyla açıldı. 360’ın sahipleri şehrin en iyi şeflerinden Mike Norman ile Sasha Khan eskiyi yaşatan, ama yeni lezzetlere de yer ver güzel bir mönü hazırlamışlar. Karlı veya yağmurlu soğuk bir gecede içinizi ısıtacak bana bile lahana sevdiren borç çorbası ilk gözüme çarpanlardandı. Ev yapımı turşuların eşlik ettiği mezeler olması gerektiği gibi küçük porsiyonlarda, tarama ve somon havyarlı krep başta olmak üzere, çok lezzetliydiler.
Lezzetler tatmin edici
Mike Norman “Pelmeni’leri mutlaka tatmalısın” deyince bu harika Rus mantılarına gömüldük. Soğanlı, patates ve pırasalı, etli, küçük porsiyonlar olacaktı, ama bütün masa kendimizden geçince porsiyonlar büyüdü, ana yemeğe yer kalmadı. Salon şefi Piero Ciantra, masamıza Böf Strogonof servisi yapmaya gelince birkaç lokmadan fazla yiyemedik ve harika servis için teşekkür etmekle yetindik.
Mekanın klasiği limonlu votka var mıydı diye merak ediyorsanız, tabii ki vardı. Hem sadece o da değil, iddialı kokteyllerin hazırlandığı, arkadaşlarınızı beklerken birer aperatif alabileceğiniz güzel bir barı da var 1924’ün. Ama o akşam damağımda limonlu votkanın yerine nefis bir portakal ve mandalinalı krep süzetin zarif tadıyla ayrıldım sevdiğim restorandan. Sarı votkanın limonları, yanaklarımın içinde küçük patlamalarla damağımdaki krep süzetin tadına karışıyor ve otoparka doğru yürürken yüzümde gülümsemelere neden oluyorlardı.