Aslında hepimiz ideal bir aşk masalı olarak biliriz o hikayeyi. Kral, kraliçesine deliler gibi aşıktır, gözü ondan başkasını görmez. Sonra bir gün sevgili kraliçesi ölür, kral yıllarca sürecek olan bir mateme girer ve hayatının kalan kısmını inzivada geçirir. Ve sevgili kraliçesine öyle bir anıt mezar yaptırır ki, yüzyıllar boyu insanlar çok uzak diyarlardan gelip bu mimari şaheseri, Tac Mahal'i hayranlıkla seyrederler. Ama gelin görün ki bu hikaye aslında tam olarak böyle değil. Hatta doğrusunu isterseniz, anıt mezarın dışındaki kısmı pek öyle prenses masallarına konu olacak gibi değil.
Hindistan çok uzun yıllar Orta Asya'nın bozkırlarından gelen Türk ve Moğol boylarının işgalinde kaldı. Türklerin kurduğu Delhi sultanlığını 1526 yılında yıkan Babür Şah Hindistan'a 200 yıldan daha uzun bir süre hakim olacak olan bir Türk-Moğol hanedanı kurdu. Sevgili karısı Mümtaz için Tac Mahal'i inşa eden Şah Cihan bu hanedanın sultanlarından birisiydi. Karısını sevdiği konusında pek şüphe yok. Hatta o kadar seviyormuş ki Mümtaz'dan başka iki karısı daha olduğu halde çıktığı askeri seferlere, savaşlara Mümtaz'ı yanında götürüyormuş, hamile olsa bile. Şah Cihan ile Mümtaz'ın evliliklerinde bu "hamile olsa bile" kısmı çok önemli, çünkü kadıncağız 19 yıl evli kaldığı kocasına tam 14 tane çocuk doğurmuş. 14'üncü çocuğunu, bir kız çocuğunu doğururken de canına tak demiş olmalı ki 30 saat doğum sancısı çektikten sonra Burhanpur Sarayı'nda hayata gözlerini kapamış.
Şah Cihan'ın anıtsal yapılara merakı
Haksızlık etmeyelim, Şah Cihan gerçekten ilk başta çok üzülmüş. Diğer iki karısı bile onu teselli edememişler. Şah bir süre sarayına kapanmış, renkli kıyafetler giymemiş, mücevher takmamış, hatta saray yazıcılarının tuttukları kayıtlara göre saçı sakalı beyazlamış. Sonra bir gün kalkıp karar vermiş: "Karıma öyle bir anıt nezar yaptıracağım mi bırakın Hindistan'ı, bütün dünyada eşi olmayacak." Ama Şah Cihan zaten anıtsal yapılara çok meraklıymış. Tac Mahal'in bulunduğu Agra şehrindeki muhteşem Kızıl Kale'yide pek lazım olmadığı halde o yaptırmış, Hindistan'ın dört bir köşesindeki birçok saray, anıt ve başka binayı da. Şah Cihan'ın halktan topladığı vergilerin yüzde 20 kadarını keyfince böyle binaların ve anıtların yapımı için kullandığı tahmin ediliyor. İşte bu yüzden de halkı o zaman çok fakirdi ve aradan geçen 500 yıldan sonra bile hâlâ çok fakir.
Şah Cihan'ın ömrünün son yılları biraz garip bir şekilde matem ile zevk-ü sefa arasında geçmiş. Tac Mahal bittikten sonraki yıllarda Agra'ya gelen bir Avrupalı gezginin gözlemlerine göre "Şah'ı tek ilgilendiren şey zevklerini tatmin edecek kadınlar bulmak" olmuş. Hatta tarih kitaplarına göre Şah Cihan fazla afrodizyak almaktan hastalanıp aylarca yatmış.
Babalarının durumuna isyan eden oğullarından Aurangzeb kardeşlerini alt ettikten sonra babasını devirip kendi yaptırdığı "eserler"den biri olan Agra'nın Kızıl Kale'sine hapsetmiş. Şah Cihan da ömrünün son sekiz yılını kaledeki odasının balkonundan Tac Mahal'i seyrederek geçirmiş.
Sislerin içindeki karanlık şehir Agra
Agra, Delhi'ye 200 km mesafede bir şehir, ama iki şehri birbirine bağlayan bir otoyol olmasına rağmen ancak 4 saatte ulaşılabiliyor. Tac Mahal'i görmek bu yolu kat etmeye değiyor. Tac Mahal kırmızı taş ve tuğlalardan yapılmış devasa kapılar, camii ve mescitlerin arasında ışıl ışıl parlayan bembeyaz bir bina. Muhteşem bir mimarisi olduğu konusunda kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum. Özellikle kıyısında yükseldiği Yamuna nehrinden görünüşü adeta Hindistan'ın özeti gibi. Ama Agra bambaşka bir hikaye,
bir yokluk ve sefalet hikayesi. Agra'ya on beş yıl kadar önce gitmiştim. Hafızamda bir sis bulutunun içinde karanlık bir şehir olarak kalmıştı. Hiç değişmemiş. Tac Mahal'in o bembeyaz görüntüsünü çıkartırsanız, karanlık bir şehir. Siyah sokaklar, çamur içinde mahalleler ve yorgun insanlar.
Bir motosiklet cenneti Hindistan
Hindistan öyle bir çelişkiler ülkesi ki, bu fakirliğin içinde bir sanayicisi çıkıp Range Rover'ı, Jaguar'ı satın alabiliyor, dünyanın Hollywood ile yarışabilen tek sineması Bollywood insanlara rengarenk dünyalar sunabiliyor. Hindistan bir motosikletler ülkesi. Dünyadaki 200 milyon kadar motosiklet, mopet ve benzeri iki tekerlekli aracın 40 milyon kadarı burada. Türkiye'de bu sayı sadece 200 bin kadar. Hintliler bunun az olduğunu düşünmüş olmalılar ki, yılda 5 milyona yakın motosiklet üreten dev şirketleri Bajaj, Kuralkan ile ortaklaşa motosiklet dünyamıza el atmaya hazırlanıyor. Hedefleri birkaç yıl içinde yüzde 25 pazar payına ulaşmak. En iddialı oldukları modelleri de 200 cc'lik Pulsar. Ben motosiklete binmem, onun için size Pulsar'ın şöyle veya böyle olduğu konusunda pek bir fikir veremeyeceğim. Ama seyahat arkadaşlarım olan basın mensupları Bajaj'ın fabrikasındaki 4 buçuk km uzunluğundaki deneme pistinde Pulsar'a binmeye doyamayıp gün batımına kadar çocuklar gibi şen turlar attıklarına göre iyidir diye düşünüyorum.
Tac Mahal'in dillere destan hikayesi
Haberin Devamı