Malta ile ilk tanışmam Orta Okul Tarih kitabı sayesinde olmuştu. Hani Sultan Vahdettin yanındaki paşalarla birlikte bir İngiliz zırhlısına binip ülkeyi terketmişti ya, işte o İngiliz zırhlısı son Osmanlı padişahı ölümüne kadar sürgün hayatının ilk durağı olan Malta’ya götürmüştü.
Sonradan öğrendim ki Malta ile olan ilişkimiz bundan ibaret değilmiş. Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos adasını fethetmesiyle birlikte buradaki St John şövalyeleri Malta’ya kaçmışlar.
O yıllara kadar Akdeniz’in neredeyse tam ortasında olan bu kayalık ada karışık milletlerin bir arada yaşadıkları sakin ve oldukça önemsiz bir yermiş. St John şövalyeleri Rodos’tan Malta’ya kaçtıklarında Türklerin onları takip edeceklerinden korkmuş olmalılar ki başkentlerini adanın alçak tepelerinden birinde kurulu olan Mdina köyünden sahilde bir yarımadanın üstünde kurup surlar kaleler koruyacakları yeni bir şehre taşımışlar.
Mdina köyü saran surları ve yüzyıllara dayanan daracık sokakları ve evleriyle hâlâ Malta’nın en görülecek yerlerinin başında yer alıyor.
400 bin nüfuslu ülkede 365 kilise var
Valetta’ya gelince, sadece bir kilometre genişliğinde bir yarımada üzerinde kurulu olan bu şehir Avrupa’nın belki de planlı kurulan ilk şehridir. Sokaklar bir birini geniş açıda keserler ve iki tarafındaki binalar rüzgarın şehri serinletmesini sağlayacak şekilde planlanmıştır. 400 bin nüfusu olan Malta’da 365 kilise olduğu söylenir ve bunların en görkemlisi şüphesiz Valetta’nın ortasında şövalyelerin Büyük Üstadlar Sarayı‘nın yanındaki St John Katedralidir. Buradaki Caravaggio’nun “Vaftizci Yahya’nın Başının Kesilmesi” tablosu mutlaka görülmesi gereken katedralde mutlaka görülmesi gereken bir eser.
Valetta’nın girişindeki duvarların hemen yanındaki Yukarı Bakkara bahçeleri yaz sıcağında gölgelik ve serinlik sağladıkları gibi Valetta limanı ile körfezin karşısındaki üç yarımadada kurulu olan “3 şehirler”in nefis panaromasını da sunuyor. UNESCO’nun koruması altında olan eski Valetta’nın yüzyıllara dayanan binalarla süslü sokaklarında bir çok bar ve restorana rastlamak mümkün, ama Valetta hava karardıktan sonra sessizleşiyor. Malta’nın gece hayatı barlar, Hilton ve Westin gibi oteller ve kumarhanelerle dolu olan Sliema ile St Julian‘a kayıyor, ama onlarda Valetta’ya 15 dakika mesafedeler. Malta ve kuzeyindeki komşusu Gozo ada olmalarına rağmen kumsal açısından oldukça fakirler, çoğu yerde denize kayalıklardan giriliyor. Adanın kuzeyindeki Mellieha koyu en bilinen kumsalı.
Yeme içmeye gelince, adanın güneyindeki Osmanlıların da bir zamanlar çıkartma yapmaya kalkıştıkları Marsaxlokk balıkçı köyü sahilinde sıralı balık lokantalarında koydaki Malta’nın tipik balıkçı teknelerini seyrederek yemek yiyebileceğiniz bir yer. Sliema’ya gelince burada dalgaların duvarlarını dövdüğü bir binadaki Barracuda hem yemek, hem de konum olarak bir Malta akşamı için ideal. Caviar & Bull, Tarragon ve Tac Canti Malta için diğer restoran önerileri. Malta’nın pek kayda değer olmasa da beyaz başta olmak üzere kendi şarapları ve sıcak havalarda serinletici görevi gören Cisk diye bir de birası var. İçince adını tadından almış olmalı diye düşünüyorsunuz. Malta’dan ve biradan bahsetmişken, Efes Pilsen geçtiğimiz haftalarda 60 yıllık geçmişi olan Brüksel merkezli Mondial yarışmasında 10 altın, 2 gümüş madalya kazandı. Madalyalarını da Malta’da yapılan bir ödül verme töreninde aldılar, ama bu ayrı bir yazı konusu!