Canınız bu hafta sonu ne çekiyor; İtalyan yemekleri mi yoksa Türk mutfağı mı? Manzara mutlaka olsun mu? Peki yeni açılacak restoranlar hangileri? Haydi benimle bir şehir turuna çıkın...
Fumee, hem manzarasıyla hem de yemekleriyle iddialı
Bir arkadaşım “iyi bir restoranın manzarası olması gerekli değildir” der. Bu dediğine bazen katılırım, bazen de katılmam. O gün öğlen yemeğinden önce Boğaz’a bakan harika bir terasta oturup yemek öncesi aparitiflerimizi yudumlarken gözümüzü Asya ile Avrupa’yı ayıran mavi sulardan ve üstünde tembel tembel seyreden irili ufaklı kayıklardan, gemilerden alamıyorduk. Ama biraz sonra da arkadaşım Mehmet Yaşin’i haklı çıkaracak şekilde gözlerimizi tabaklarımızdaki yemeklerden alamayacaktık.
Bulunduğumuz yer Kuruçeşme’deki, şehrimizin en yeni restoranlarından Fumée idi. Fumée, daha önce yazdığım Reşitpaşa’daki Mest’ten tanıdığımız Can Ünsal ile Changa’nın şeflerinden Pınar Taşdemir’in ortak eseri. Önündeki manzara ile rekabete kalkışmayan sakin ve temiz çizgilerle dizayn edilmiş bir restoran. Girişte geniş bir barı, önünde de boylu boyunca uzanan ve karşı tarafa, Anadolu yakasına göz kırpan bir balkonu var. Pınar Taşdemir Türk mutfağını abartmadan, daha doğrusu bir çok iddialı şefimizin yaptığı gibi, kimliğini bozmadan günümüze uyarlayan genç ve dinamik bir şef. Yaptığı işi belli ki çok seviyor, yoksa tabaklarımızda yemeklerde bu lezzeti bulmamız mümkün olmazdı. Yemekler ne idi diye soracak olursanız, başlangıçlardan benim gibi balıktan fazla hazzetmeyen birisini bile fazlasıyla tatmin eden levrek ceviche ile yanındaki bademli taratora banmaya doyamayacağınız kalamarlar harikaydı. Sonra bir Erzincan tulumlu mantı geldi. Şimdi mantıya ekmek bandırılır mı diyeceksiniz, ama Mehmet Yaşin de (bilmem Anadolu seyahatlerinde de bunu yapıyor mu) ben de mantı bitince tabağımızda kalan ve mantının piştiği tavuk suyuna karışan cevizliteryağını da ellerimizdeki ekmeklerle sıyırmaktan kendimizi alıkoyamadık. Ortaya söylediğimiz saatlerdir pişirilen kuzutandır ile (ki ben onu daha çok sevdim) üzerine şefin “onları da yiyebilirsiniz” dediği çiçek yaprakları serpiştirilmiş olan kuzu inciğinin ikisi de tekrar tekrar yemeye itirazımın olmayacağı yemeklerdi. Dedim ya, Pınar Türk yemeklerini şahsiyetleriyle oynamadan lezzet katarak çok güzel yorumluyor. Aslında yorumluyor da ne demek, pişiriyor!
İtalyan mutfağını sevenlerin adresi
Fiamma’nın şefi Vittorio Sindoni. Kendisini Şişhane’de kendi adını taşıyan ristoranteden tanıyoruz. Geçen hafta “İstanbul’daki İtalyan şefler dostlarımıza yemek yapacağız, gelir misin” diye sorunca kendimi Taksim’deki Gezi Oteli'nin zemin katındaki Boğaz’a ve Üsküdar’a tepeden bakan Fiamma’da buldum. Vittorio ile La Scarpetta, Eataly, Paper Moon, Mövenpick ve Carluccio’nun şefleri yemeklerden birisini hazırlamışlardı. Detaylara girmeyeceğim; her ne kadar şeflerin dostları kendi dostlarını da getirince biraz kalabalık olduk, ama gene de tam bir “İtalyan ziyafeti” idi. Vittorio tabiri caiz ise “namuslu” bir şeftir, yemeklerle çok oynamaz ve her birinin hakkını verir. Bence yeni restoranı Fiamma da İtalyan mutfağını sevenler için iyi bir alternatif olacak.
Pipa uzun ayrılığa son veriyor
Fratelli Bufala ile birlikte İstanbul’daki en iyi pizzayı yapan Pipa uzun bir ayrılıktan sonra tekrar açılıyormuş. Umarım ikisi de eskiden olduğu gibi kenarları pufudik, ortası sulu domates soslu geleneksel Napoli pizzalarını yapmaya devam ederler. Bu arada yeni açılan restoranlarla her geçen gün daha çok dikkat çekmeye başlayan Karaköy’e bir sürpriz geliyor. Şehrin efsane şeflerinden Rudolf van Nunen yıllarca Swissotel ve The Marmara’da sürdürdüğü sanatını artık Karaköy’de kendi adını verdiği restoranında sürdürecek.“Rudolf”un İstanbul’un önemli lezzet noktalarından birisi olacağına şüphem yok. Geçen yıl The Marmara’nın tepesinde bize Titanic’in son gecesinin mönüsündeki yemekleri yedirmişti. Gördüğümde sorayım, yeni restoranı için Karaköy’ü ve limanı seçmesinde acaba Titanic mönüsünün etkisi olmuş mu?
Beluga Fish Gourmet’den midye severlere
Ataşehir’de deniz mahsülü seven herkesi gurme lezzetlerle buluşturan Beluga Fish Gourmet, Ekim ayı boyunca konuklarına midyeyi baştan çıkarıcı bir lezzet olarak sunuyor. “Deniz ürünleri deniz kenarında yenir” algısını değiştiren Beluga Fish Gourmet'de tenceler 3 farklı usülde hazırlanıyor; “Moules Marinieres”, “Moules au Safran” “MoulesGratiness” ile yeniliklere hazır olun.
The Ritz Carlton’un yenisi “Atelier Real Food”
The Ritz-Carlton, İstanbul’un yepyeni restoranı Atelier Real Food; adını zanaatkarların üretimlerini gerçekleştirdikleri yerden esinlenerek alan ve “gerçek yemek” tabirini de adıyla birlikte kullanacak kadar iddialı bir mekan. Dekorasyonu Portekizli mimar Patricia Pina'ya ait. Misafirler, restorana mistik dokularla kaplı paravanın ardından giriş yapıyor. Restoran, Boğaz manzarasına nazır bulunuyor.