Bazı yerler vardır, gördüğünüz zaman “Ben bu yaşamda veya başka bir yaşamda burada bulunmuştum” dersiniz. Bir de tek bir resmini görünce “Ben bu yaşamda veya başka bir yaşamda mutlaka oraya gitmeliyim” dedirten yerler vardır; bana lisedeyken bir resmi ile “Bunu görmeliyim” dedirten Mostar köprüsü gibi...
Sonra aradan onlarca yıl geçti, Yugoslavya dağıldı ve Bosna Hersek’te yüzyıllardır bir arada yaşamış olan Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar arasında kardeş savaşı başladı. Mostar da Saraybosna gibi yıllarca bombalandı, bir harabeye döndü. 1556 yılından beri şehri süsleyen köprü bombalara uzun süre dayandıktan sonra, 9 Kasım 1993 günü bir Hırvat tankının ateşine artık direnmeyip kendini Neretva nehrinin sularına bırakıverdi.
Eski Mostar, Neretva nehrinin iki kıyısından yükselen kayaların üzerinde kurulu. Bir zamanlar üzerinde Kanuni Sultan Süleyman’ın ve Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Josef’in gezdiği köprü 2004 yılından beri gene var. Aslına sadık olarak tekrar yapılan köprü Mostar’ın ortasında dev bir hilal gibi bütün görkemiyle duruyor. Mostar çok güzel bir şehir. Arnavut kaldırımlı sokakların kenarlarını 16. yüzyıldan kalma çoğu restore edilmiş cumbalı Türk evleri süslüyor. Nehir kıyısında kayaların üzerinde cafè ve barlar, savaşı unutmaya çalışan Boşnaklar ve turistlerle dolu. Burada her yol Mostar köprüsüne çıkıyor. Cafèlerden birisinde oturup, soğuk bir bardak Saraybosna birası Sarajevsko yudumlarken önünüzde dünyanın en güzel eski şehir manzaralarından birisini seyrediyorsunuz. İçtiğiniz bira da Mostar kadar değilse de oldukça eski. Boşnak okurlarım “Bari biramıza sahip çıkmayın” diye gene kızacaklar, ama Sarajevsko bayıldığım Saraybosna’nın daha Osmanlı toprağı olduğu 1864 yılında kurulmuş,
yani aslında bir Osmanlı birası!
Mostar Köprüsü koruma altında
Yemeğe gelince, Mostar bu konuda Saraybosna’nın yanında çok zayıf kalıyor. Şehir yaralarını hala saramamış, eski Mostar’ın olduğu Boşnak kısmıyla Hırvatların yaşadığı yeni şehir arasında pek gidip gelme yok. Ama buralara gelmişken bir Boşnak böreği, daha doğrusu “bürek” yemeden olmaz. Biz bürek konusunda çok şanslıydık, çünkü Başkonsolosumuzun zarif eşi Yeşim Hanım masamızı etli, patatesli, kabaklı ve peynirli böreklerle donatmıştı. Hepsi birbirinden lezzetliydi. Balkanları gezmeyi kendimize vazife edindiğimiz arkadaşım Prof. Dr. Tarık Terzioğlu’yla bir kere daha Bosna’daki börek ve özellikle köfteleri bizim buralarda bulmanın mümkün olmadığı konusunda mutabık kaldık.
Mostar Başkonsolosumuz Ali Davutoğlu ile Yeşim Hanım bizi misafir ettiklerinde Ankara’ya dönmek üzereydiler. Ama buraları yeni doğan oğullarına Balkan ismini verecek kadar sevmişlerdi. Konsolosluğun bir kısmını çeşitli kursların verildiği ve sergilerin düzenlendiği bir kültür merkezine dönüştürmüşler, Mostar’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası kapsamına alınması için diplomatik çevrelerde Mostar için Mostarlı gibi uğraşmışlardı.
Onlardan ve Mostar’dan ayrıldıktan yarım saat kadar sonra yolda camisi ve üzerinde bir kale olan bir tepeye yaslanmış cumbalı evleriyle çok iyi korunmuş bir Osmanlı köyüne daha rastladık. Poçitelj ve İbrahim Paşa Camisi bizi birkaç yüzyıl geriye götürdü. Sonra geniş kavisler çizerek alçalan bir yoldan Adriyatik sahiline doğru yolumuza devam ettik. Orada Dubrovnik bizi bekliyordu. Ve ben oranın da resmini yıllar önce gözüme kestirdiğimi hatırlıyordum.
Osmanlı birası ve Boşnak büreği
Şehrin ortasından bir nehir akar, üzerinde bir köprü, her köprüden daha yüksek olduğu söylenen; tehlikelidir, kenarında korkuluk vardır, ama kimse korkmadan geçemez, hafif esen rüzgar dışında; iki tarafında kuleler vardır, o kadar yüksek ki, odalarından şahin yuvası olur” diye anlatmış Mostarlı şair Hüsami şehrini ve ünlü köprüsünü 17. yüzyılda...
Haberin Devamı