Madrid’deki ilk akşamımızdı ve masamızdaki şarap Pesqura Reserve 2005 idi.
Çok dengeli, uzun bir baharlı finali olan, tanenleri eğitilmiş nefis bir kırmızı şaraptı. Tempranillo üzümünün ehil ellerde nelere kadir olabileceğinin harika bir örneğiydi. İspanyol şarapları denilince çoğumuzun aklına ilk önce Rioja gelir. Ancak İspanya’nın en iyi şarapları daha sonra Portekiz topraklarına akıp Douro adını alacak olan Ribera del Duero’nun vadisinde yapılırlar. Bunların en ünlüsü Vega Sicilia Unico’dur. Bu olağanüstü şarabın sadece iyi rekolteleri şişelenir. 8 ila 12 yıl arası meşe fıçılarda yıllandırılan şarap şişelendikten sonra bir süre de mahzenlerde dinlendirilir. Ribera del Duero’da son yıllarda Vega Sicilia’ya ciddi rakipler çıktı. Bunların en önemlisi olan Alejandro Fernandez adında bir şarap dahisinin yarattığı Pesquera ilk çıkışını yaptığı 1982 yılından Chateau Petrus’a benzetilmişti.
DünyanIn en eskİ restoranInIn lezzİz sebzelerİ
1725 yılında açılmış olan ve dünyanın en eski restoranı kabul edilen Botin’deydik.
Giriş katındaki odun fırınının yanındaki raflarda tepsilere dizili süt domuzları fırına girmeyi bekliyorlardı. Duvarlar Madrid’deki birçok restoran gibi fayanslar ile kaplıydı. Beyaz masa örtüleriyle aynı kumaştan beyaz ceketler giymiş garsonlar dekoru tamamlıyorlardı.
Tadanlar bilir, “jamon iberico”, yani İberya jambonunun iyileri en iyi İtalyan prosciutto’larından daha lezzetli olabilir. Jamon (hamon okunuyor) yemekteki süratimize şaşıran garsonumuz “ara sıcak” niyetine birer tabak Ayşe kadın fasulye ile irice enginar kalbi getirdi. İlk önce haşlanmış, sonra ince doğranmış jamon ile şöyle bir kızartılmışlardı. Dirilikleri, ağızda bıraktıkları lezzet muhteşemdi. Sevgili karım Lale’ye “Bunları evde yapsan sebze yemiyorsun diye şikayet etmezdin” dedim. Arkadaşımız Suzan Sağmanlı Deniz, Pesquera’sından bir yudum daha alıp “Çok güzelmiş” diye tekrarladı.
Botin’deki süt domuzları (ile süt kuzuları) pek tadılmadan anlatılacak gibi değiller. Ernst Hemingway boğa güreşi geleneklerini anlattığı Death in the Afternoon da “Arkadaşlarımın ıstırabını seyredeceğime Botin’de oturup süt domuzu yemeği tercih ederim” diye yazmış. Botin, üstadın dünyanın dört bir köşesinde müdavimi olduğu sayısız bar ve restoran gibi gidilmeye değer bir yer. Hele yemeğinizi bir de içi krema doldurulmuş Bartollilos de Madrid ve Lepanto gibi hem lezzetli, hem de çok rahat içimli bir İspanyol brendisi ile taçlandırırsanız.
AkŞam yemeĞİnden önce tapas keyfİ
Madrid’e yolunuz düşerse mutlaka yapmanız gereken bir şey de “tapas” yemek. İspanyollar öğle yemeğinden sonra öğleden sonra uykusuna yatıp saat altı gibi bu meydanlardaki tapas barlarını dolduruyorlar. Bar tezgahının üzerine dizili tapas’dan, yani küçük mezelerden seçip yanında sherry, bira veya şarap içiyorlar. Bu bir iki saat kadar sürüyor, sonra ortadan kaybolup, saat 10 sularında akşam yemeği için tekrar ortaya çıkıyorlar. Bir Akdeniz ülkesi olduğumuz halde bizim neden böyle medeni bir alışkanlığımız olmadığını hiçbir zaman çözememişimdir.
Tapas için en iyi yerler eski şehre serpiştirilmiş küçük meydanlar. Plaza del Oriente kraliyet sarayı ile operanın arasında yeşilliklere açık bir meydan, kenarını küçük cafè ve barlar süslemiş. Plaza Santa Ana ise en canlısı, bir kenarındaki Cerveceria Alemana iyi bir tapas barı. Madrid’de iyi bir steak yemek için birçok iyi restoranın bulunduğu Cava Baja’daki Julian de Tolosa, paella için Barraca, deniz mahsülleri için La Trainera gitmenizi önereceğim yerler.
Şehrİn bİr parçasI gİbİ olabİlİyorsunuz
Flamenko’ya gelince, flamenko Endülüs’te çıkmıştır ama en iyisi Madrid’de, Corral de Moreira’da izlenir. Flamenko kadının dansıdır. Mağrur, bulunduğu sahneden, size de, dünyaya da yukarıdan bakan, bakışlarıyla “Ben buranın sahibiyim” diye haykıran kadının dansıdır. Suzan’ın kocası Nezih Deniz görmüş geçirmiş bir adamdır, “Bu bakışlar ‘Sen beni beğenmezsen hayatın boyunca pişman olacaksın’ bakışları” diyor. Türkçe’de son yıllarda kadın kelimesinin yerine bayan kullanılmaya başlanmasının ne kadar yanlış olduğunu önümüzdeki sahnede izliyoruz, birimiz “Bu ölmeden önce mutlaka yapılması gereken bir şeymiş” diyor.
Bir şehirden daha ne bekleyebilirsiniz ki? Michelin yıldızları ve minamilist restoranlar da tabii ki var, ama Madrid o kadar sıcak, o kadar kendisiyle yaşayan bir şehir ki, onları aramıyor, sadece sokaklarına karışıp şehrin bir parçası olmak istiyorsunuz. Suzan’ın bir yudum daha Pesquera’dan sonra bir cümlede o kadar güzel özetlediği gibi, “Madrid şımarmamış bir şehir.”
Madrid, şımarmamış bir şehir
Haberin Devamı