İstanbul’dan gece yarısı kalkan Türk Hava Yolları uçağı sabahın erken saatlerinde Johannesburg’da kısa bir stop yaptıktan sonra öğleden önce Cape Town’a varıyor. Saat farkı olmadığı için (biz yaz saati uygulamasına geçince 1 saat fark oluyor, ama o da pek saat farkı sayılmaz) jet-lag filan yok, uçağınız da yepyeni ve çok rahat olunca, birkaç film seyrettikten sonra, yemeğinizi yemiş, içkinizi içmiş, uykunuzu da almış bir şekilde varıyorsunuz. Haftada üç olan İstanbul-Cape Town uçuşlarını dört yapma hazırlığındaki Türk Hava Yolları’nın uçuştaki ikramlarının dünyanın en önde gelen havayollarının çoğundan çok daha iyi olduğunu bir hayli seyahat eden biri olarak söyleyebilirim. Cape Town’dan dönüşte akşamüstü saat 4’te kalkan uçağınız sabah 6’da İstanbul’da oluyor, yani gidiş ve gelişte iki geceniz uçakta geçiyor, ama tatilinizi yolculuk için gün kaybınız olmadan yapmış oluyorsunuz.
Daha uçağın olmadığı, Afrika’nın güney ucuna gitmenin haftalar aldığı zamanlarda, tam olarak yılını isterseniz, 1793 yılında Cape Town’u ziyaret eden bir gezgin şehirdeki tatlı hayatı şöyle anlatmış: “Ben bu kadar iştahla yemek yiyen, bu kadar iştahla içki içen insanları hiçbir yerde görmedim. Bazı (yani hepsi değil) erkekler sabah saat 6’da kalkıyor, kadınlar ise pek saat 8’den önce uyanmıyor. (Bu TV ve elektrik olmayan bir devir için oldukça geç bir saat, yani zamanımızın saat 11, 12 gibi öğlen saatleri olmalı) Erkekler sabah birbirlerine bir kadeh şarap içmek için uğrayıp işe gidiyorlar. Öğlen yemeğinden sonra saat 2 buçuk gibi uyuyorlar; hem öyle bir şekerleme filan değil, tamamen soyunup yatağa giriyorlar ve saat 4, hatta bazen 5’e kadar uyuyorlar.”
Franschhoek’a uğramadan dönmeyin
Cape Town dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Yaşam hâlâ imkanları olanlar için çok tatlı. Denizin içinden fırlayan sarp dağlar, onların önünde uzanan uçsuz bucaksız plajlar, dramatik Ümit Burnu ve şehrin arkasında yükselen üstüne bir masa örtüsü misali serilmiş bulutuyla Table Mountain (Masa dağı) ile orada tanıştığımız Rizeli “Laz Crocodile Dundee” önümüzdeki haftanın konusu olacak. Ama buralara kadar gelmişken havalimanına bir saat mesafedeki Güney Afrika’nın en ünlü şarap bölgesine geçmelisiniz. Sivri dağlar arasındaki yemyeşil, cennet gibi bir vadinin üç tarafına serpiştirilmiş olan Paarl, Stellenbosch ve Franschhoek birbirlerine yirmişer dakika mesafede ayrı ayrı şirin kasabalar... Stellenbosch cadde ve meydanlarını dev meşe ağaçlarının süslediği koloniyal dönemden kalma binaların süslediği, masaları kaldırımlara taşan cafè’leri talebeler, turistler ve Cape Town’lular ile dolup taşan cıvıl cıvıl bir kasaba.
En derin vadide adeta gizlenmiş olan Franschhoek (Franşhuk okunuyor) ise bu üçlünün en sevimlisi. “Fransız köşesi” anlamına gelen adını mezhep kavgalarından kaçıp buraya yerleşen Fransızlardan almış. Bölgenin en güzel otelleri La Residence ile Le Quartier Française bu döneme şahitlik ediyorlar. Le Quartier Française’in restoranı Tasting Room geçen yıl dünyanın 50. en iyi restoranı seçilmişti. Bu yıl ise 13 basamak sıçrayarak 37. olmuş.
Dağlar arasında dünyanın en ünlü restoranı
Güney Afrika şaraplarının dünya şarapları arasındaki prestiji son beş yıldır sürekli artıyor. Başarılı Cabernet Sauvignon’ların yanı sıra Boekenhoutskloof, Eagle’s Nest, Hartenberg ve Saxenberg gibi Shiraz’lar neredeyse Avustralya’nın ünlü Shiraz’larını aratmayacak boyuta gelmeye başladı. Franschhoek’da Güney Afrika’nın en kült şaraplarından Boekenhoutskloof’u ziyaret edip şaraplarını tadabilirsiniz. Ne yazık ki bu bahsettiğim şarapların çoğunu bir şarap dükkanında istediğinizde tezgahtar bir kaşını kaldırıp “Onlardan bulursan bize de söyle, biz de alalım” bakışı atıyor. Gene de Güney Afrika’da şarap almak, şarapların çoğunun, hatta hepsinin ismi size yabancı da olsa, kolay. Her kitapçıda ve şarap dükkanında bulunan “Platter’s South African Wines” adında bir rehber kitapta hem şarapların kısa tadım notları, hem de 5 üzerinden puanları var, kısacası her şarap meraklısının elinin altında bulunması gereken bir kitap.
İngiliz Restaurant dergisinin San Pellegrino sponsorluğundaki “Dünyanın en iyi 50 restoranı” seçimi son derece prestijli bir liste. Afrika’nın ücra bir köşesinde dağlar arasında sıkışmış bir vadideki bir restoranın böyle bir başarıya ulaşması, aklımıza her zamanki üzücü soruyu getiriyor. Bizde neden olmuyor? Güney Afrika, Avustralya şarap turizmiyle milyonlarca insanı ülkelerine çekebiliyor da, biz neden yapamıyoruz? Şarap üreticilerimiz neden bağlarının ortasında küçük butik oteller, şık restoranlar yapıp insanları şaraplarının yapıldığı bağlara çekmiyorlar? Bazı Cape Town’lular gibi pazar sabahı evimize birkaç saat mesafedeki bağların ortasında uyanıp (erkekler saat 06.00, kadınlar 08.00’de) beyaz örtülü bir masada kahvaltı yapmayı hangimiz istemezdik...
Gizli şarap hazineleri
'Bu kadar iştahla içki içen insanları hiçbir yerde görmedim'
Haberin Devamı