Küba’ya Fidel Castro ölmeden, yani Amerika, Havana’yı Miami’ye benzetmeden, bir de THY, İstanbul-Havana uçuşlarına başlamadan, yani bizimkiler Havana’yı kalabalıklaştırmadan önce gitmek gerekir denirdi. Bizim Küba seyahatimiz de sanki planlanmış gibi iki olayın arasına rastladı, Fidel öldükten bir hafta sonra, THY’nin Havana seferlerinden ise bir hafta önce! Ve bu sayede mi bilmiyorum, ama Havana’nın da, Küba’nın da keyfini fazlasıyla çıkardık.
Konuya lafı uzatmadan gireyim: Havana harika bir şehir! Biraz eskimiş, oldukça köhne, ama sokaklarında dolaşmaktan, meydanlarında cafe’lerden birinde oturup bir kahve veya bir rom içmekten sonsuz bir haz alacağınız harika bir şehir. Bir zamanlar, 1959 yılında diktatör Batista, Fidel Castro ve arkadaşları tarafından devrilinceye kadar zengin Amerikalıların eğlenmeye geldikleri Havana barları, restoranları, kumarhaneleriyle çok görkemli bir şehirmiş. O yıllar Havana’da kokteyller su gibi akarmış. 100’den fazla kokteyli ezberden yapamayan barmenlere barmen, yani “cantinero” demezlermiş.
Mojito’nun mabedi
O yılların en önemli otellerinden Nacional 1920’li yıllarda yapılmış, Winston Churchill’den Hollywood yıldızlarına Havana’ya gelen ünlüler hep orada kalmışlar. Nacional de aynı Havana gibi oldukça köhne, ama hala o ihtişamlı yıllarının gururunu taşımaya çalışıyor. Nacional otelden eski Havana’ya, La Habana Vieja’ya, deniz kenarından Malecon adı verilen bir kordondan gidiliyor. Bu kısa yolculuğu şehirde onlarca, belki de yüzlercesi bulunan 1950’li yılların pembe, kırmızı, yeşil, gök mavisi gibi renklerdeki klasik taksileriyle yapmak gerekir. Hele üstü açık bir araba bulursanız, ki çok var, keyfinize diyecek olmaz. Malecon çoğu metruk onlarca Art Nouveau binanın yanyana dizili olduğu hoş bir cadde. Fırtınalı bir günde okyanusun dalgalarının sahilde patlayıp yola ve binalara sağanak bir yağmur gibi düştüğü söylenir, bunu görmek çok güzel olmalı! Malecon kalelerle korunmuş Havana limanının girişinde sona eriyor. Eski Havana kolonyal dönemden kalma birkaç meydan ve onları birbirlerine bağlayan daracık sokaklardan oluşuyor. Plaza de Catedral kolonyal mimarinin en güzel örneklerinden bir katedralin hakim olduğu küçük bir meydan. Hemen yanıbaşındaki bir sokağın içinde dünyanın en efsane barlarından biri, La Bodeguita del Medio bulunuyor. 1940’lı yıllarda kurulan bu barın Mojito’nun doğum yeri olduğu söyleniyor. Onu bilemeyeceğim, ama 1950’li yıllarda Havana’ya damgasını vuran Ernest Hemingway’in kendi el yazısıyla yazdığı “La Bodeguita’da Mojito’m, El Floridita’da Daiquiri’m” yazısı hala duvarda duruyor. Ancak burada Mojito tam bir seri imalata girmiş, barmen aynı anda onlarca Mojito yaparak sabırsızlıkla bekleyen turistlerin önüne sürüyor. Yani Havana’da artık eski “cantinero”lar pek kalmamış.
Ernest Hemingway ile El Floridita’da Daiquiri içip sohbet ettim.
El Floridita ise La Bodeguita kadar klasik ve tipik değilse de canlı müziği ve devasa barıyla mutlaka gidilmesi gereken bir bar, hatta deniz mahsülleriyle ünlü bir restoran. Burada da Daiquiri seri imalatı var, ama itiraf etmeliyim ki bu miktar ve hız için bu nefis kokteyli oldukça iyi yapıyorlar. El Floridita’da Daiquiri’nizi barın bir köşesinde bulunan Hemingway heykeli ile birlikte içebilirsiniz.
El Floridita’den şehrin belki de en güzel meydanı olan Plaza de San Francisco’ya yürümek için irili ufaklı dükkanların sıralandığı Obispo Caddesi ideal. Belki yüzyıl öncesinin ahşap raflarının, dolaplarının hala durduğu sanat eseri gibi eczaneler, Raquel gibi olağanüstü güzel bir Art Nouveau binaya yerleşmiş oteller ve sonunda karşınıza çıkan Plaza de Armas ve hemen yanıbaşındaki “meydanlar bir şehri ne kadar güzel yapabiliyor” dedirten Plaza de San Francisco. Buradaki Cafe del Oriente şehrin en iyi restoranlarından biri, öğlen saatlerinde ise meydanın bir kenarına atılmış masalarıyla geleni geçeni seyrederken birkaç yudum bir şey içmek için olabilecek en iyi seçenek. La Guarida ise Havana’nın mutlaka gidilmesi gereken restoranlarının başında geliyor...
Küba’nın milli içkisi rom
Rom Küba’nın milli içkisi ve aynı Buena Vista Social Club’dan aşina olduğumuz şarkılar gibi Havana’nın her köşesinde karşınıza çıkıyor. Havana Club’ın bir müzeye dönüştürülmüş eski fabrikasında romun damıtımı ile ilgili güzel bir tanıtım var. Havana Club 7 años, yani 7 yıllık ile Santiago 11 veya 12 yıllık romlar Küba seyahatinizi daha keyifli yapacak alternatifler. Küba denilince akla gelen diğer ünlü ürün puroya gelince, onun için Havana’ya iki saat mesafedeki Vinales’e gitmeniz gerekecek. Ama sadece Havana’da kalacaksanız hem Hotel Nacional’in, hem de kolonyal bir binadaki Hotel Conde de Villanueva’nın hoş avlusunun ikinci katındaki ahşap duvarları ile bir kulüp havasında olan küçük puro dükkanı puro alışverişiniz için yeterli olabilir. Partagas’ın şehrin içindeki eski puro fabrikası da puro meraklıları için şart gibi. Batista zamanının görkemli binalarının çoğu restore ediliyorlar, belli ki yakın bir zamanda dünyaca tanınmış oteller bu binalarda yerlerini alacaklar. Batista’nın sarayı ise, tabii ki Devrim Müzesi olmuş. Şehrin her yerinde tabii ki Fidel Castro, Che Guevara ve Camilo Cienfuegos gibi devrim kahramanlarının posterleri, grafittileri var. 120 yıl önce İspanyollara karşı verilen bağımsızlık savaşının kahramanı Jose Marti’nin adını taşıyan Havana havalimanına giderken şoförünüze Reina caddesinden gitmesini söyleyin. Orada köhne Havana’ya veda ederken bile rengarenk binalar sizi şaşırtmaya, bu şehre hayran olmanızı sağlamaya devam edecekler.