Müzik ya yoktur, ya da çok uzaklardan gelen bir nağmeden ibarettir. Geçen hafta arkadaşlarımız “Asmalımescit’te bir meyhaneye gidelim, çok güzel fasıl varmış deyince” fasıl sohbete de, rakıya da uyar diye düşünüp sıcak bir kış gecesi Beyoğlu’nun yolunu tuttuk. Biz geldiğimizde masa mezelerle donanmıştı. Meyhanelere kalabalık bir grup ile gittiğinizde genellikle ne yiyeceğiniz ve kimin yanında oturacağınız konusunda pek söz hakkınız olmuyor. O gece gördüğüm kadarıyla dinleyeceğiniz müzik ile ilgili de pek söz hakkınız olmuyormuş.
Müzik tercihiniz Türkçe popla sınırlı
Masaya oturmamızla bir orkestra günün pop şarkılarını çalmaya başladı. Müşteriler de bir kollarını vücutlarının yanında tutarken öbür kollarını dirsekten hafif kırarak vücutlarına paralel olarak sallamaya başladılar. Bu müzik hatırladığım kadarıyla fasıl değildi.
Arkadaşlarıma “Yanlış yere mi geldik?” diye soramadım, çünkü çoğu hallerinden memnun görünüyorlardı. Garsona “Fasıl yok mu?” diye sorayım dedim; “Var abi, yeşil mi istersin” diye gülümsedi. Garsona boş bakışlarlarla ne kadar süre baktığımı hatırlamıyorum. Sonra eşimin “Efe yok mu?” sorusuyla garsonun Fasıl derken etiketinde kadınların raks ettiği rakıyı kastettiğini anladım. Ve müzik seçeneğimizin Türkçe pop, rakı tercihimizin de Fasıl ile sınırlı olduğunu anladım.
Gece uzun geçti, hem de çok uzun. Bana da son üç beş yılki rakı maceramızı düşünme fırsatı çıktı. Efe rakı piyasaya ilk çıktığında Tekel’in üç rakısından kurtulduk deyip ne kadar sevinmiştik. Sonra 2004 yılında ilk yaş üzüm rakımız yeşil Efe çıktı, muhteşemdi. Evde sakladığım birkaç şişe bana hâlâ şimdiye kadar damıtılan en iyi rakı olduğunu hatırlatıyor. Ama ne yazık ki sonraki “rekolteler” o ilk Yeşil Efe’yi aratır oldular. Ama Efe, mavisiyle, yeşiliyle, kendisine rakı dünyamızda sağlam bir yer edindi. Rakı (ve parfüm) konusunda tanıdığım en hassas burunlardan birine sahip olan eşim Lale mavi Efe’ye dönünce bizim ev de mavi oldu. Gerçi onu dinlerseniz, ki ben eşim olduğu için mecburen dinliyorum, Tekirdağ rakısı da son günlerde oldukça toparlandı, lezzetlendi, hatta altın renkli abisinden bile daha leziz oldu.
Mey’in son olarak Mest adıyla piyasaya çıkardığı iki “monosepaj rakı” da oldukça ilginç. Tek bir cins üzümden yapılan bu yaş üzüm rakılarından Sultaniye iki kardeşin sert ve haşin olanı, Misket ise mis gibi üzüm kokularıyla ılımlı ve dostane olanı. Bu kadar çeşitle sonradan görme bir zenginliğe kavuşmuşken, Fasıl gecemden aklımda iddialı olmaya çalışan bir meyhanenin neden sadece iki marka (Mercan da vardı) rakı bulundurmayı tercih ettiği sorusu kaldı. Bu arada kendimizi meyhaneden Asmalımescit’e attık. Hemen yanıbaşımızdaki İstanbul’un en ünlü meyhanelerinden Yakup’un penceresinden içeriye baktım. Geceyarısı sokaktan bir barın, meyhanenin içine bakmak insanın içini ısıtır.
Gazetemizin köşe yazarlarından birisi arkadaşlarıyla rakılarını bitirmek üzereydiler. Merhaba demek için içeriye girdim, meyhane bizimkinden daha çok meyhaneye, içtikleri rakının kokusu ise bizim içtiklerimizden daha çok rakıya benziyordu. Müzik ise ya yoktu, ya da benim hâlâ “eller havaya” diye çınlayan kulaklarım duymuyordu. Müdavimler, müdavim adayları ve kalan diğer müşteriler birbirleriyle konuşurken bağırmıyorlar, söylemeye çalıştıklarını ağızlarında geveliyorlardı, tam bir meyhane sohbetinde olması gerektiği gibi...
Fasılın da rakının da tadı değişiyor
Meyhaneler insanların arkadaşlarıyla biraraya gelip küçük tabaklarda servis edilen mezeler eşliğinde genellikle rakı olan içkilerini yudumlayıp, hoş bir sohbet eşliğinde günün yorgunluğunu, hayatın keyfini çıkarttıkları yerlerdir
Haberin Devamı