“Sevilla’yı görmediyseniz hayatınızda hiç bir şey görmemişsinizdir” der İspanyollar. Endülüs’ün başkenti Sevilla Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birisi.
İspanyollar “Sevilla’yı görmediyseniz hayatınızda hiç bir şey görmemişsinizdir” derler. Endülüs’ün başkenti Sevilla gerçekten de Avrupa’nın en güzel şehirlerinden birisidir. Çok görkemli bir katedralin etrafından küçük meydanlara açılan daracık sokaklar şehrin dört bir yanına dağılırlar. Sanki geçmiş devirlere tanıklık etmeleri için dokunulmadan kalmış evlerin arasında kaybolmak, sonra önünüze çıkan bir meydanda, meydana hakim bir kilisenin gölgesinde kalmış bir café’de oturup dinlenmek, etrafı ve geleni geçeni seyretmek Sevilla’nın keyfini çıkarmanın en iyi yolu.
Sevilla’nın çok zengin bir tarihi var. Uzun yıllar İspanya’nın güneyindeki bu bölgeyi kendilerine vatan yapmış olan Müslüman Araplar zamanında da Endülüs’ün en önemli şehirlerindendi. Şimdi katedralin çan kulesi olarak kullanılan ve şehrin neredeyse her yerinden görünen Giralda da aslında o zamanlardaki caminin minaresiydi. Dikdörtgen bir planı olan Giralda, Marakeş’teki Kutubiye Camisi’nin minaresinden esinlenilmişti ve onun gibi Magrip mimarisinin en önemli eserlerinden birisidir. Sevilla Müslümanlar zamanındaki önemini zamanla Cordoba ve daha sonra Granada’ya kaptırdıysa da keşifler döneminde tekrar İspanya’nın en önemli şehirlerinden biri olmuştur. Şehrin ortasından geçen Guadalquivir nehri sayesinde Sevilla Amerika’nın keşfinden sonra Yeni Dünya ile yapılan ticaretin merkezi olmayı başarmış, keşif seyahatlerinin bir çoğu buradan başladığı gibi Yeni Dünya’nın zenginlikleri de bu şehre akmış.
Guadalquivir nehrinin kıyısı keyifli bir yürüyüş yapmak için ideal. Torre del Oro, yani Altın Kule, ismini bir zamanlar sömürgelerden gelen hazinelerinin saklandığı yer olmasından alıyor, biraz ilerisindeki La Maestranza Plazade Toros da İspanya’daki en tipik boğa güreşi arenalarından biri. Ama Sevilla’da katedralden sonra mutlaka görülmesi gereken eser Alcazar. Müslüman emirlerin kendilerine yaptıkları bu saray daha sonra Hıristiyan krallar tarafından da kullanılmış, bahçeleri ise Granada’nın Alhambra’sı kadar etkileyici olmasa da bir zamanlar buralarda sürülen sefaların tanığı olarak görülmeye değer.
Şehrin en iyi oteli Alfonso XIII yüzyıl öncesinin şık devrini yaşatmaya devam ediyor. Orada kalmasanız bile barına gidip veya otelin ortasındaki avluda oturup bir içki içmeye değer. Sevilla tapas barları ve restoranlarıyla yeme içme konusunda da çok zengin bir şehir. Ama mutlaka görülmesi gerekeni 1670 yılında kurulmuş olan El Rinconcillo. Alt katı harika bir tapas bar ve ayakta atıştırmaya itirazınız yoksa harika bir yer, üst katta ise tapas kadar yerel yemeklerin tadına varabileceğiniz iyi bir restoran var. Soğuk bir Gazpacho çorbası içmeyi, küçük kızarmış yeşil biberlerden ve severseniz jamon iberico yiyin. Sevilla İspanya’nın en önemli flamenco merkezi ve bu olağanüstü müzik ve dansı seyretmek için en iyi şehirlerden başında geliyor.
Granada’nın sınır kentleri
Sevilla’ya arabayla bir saat mesafedeki Cadiz, Atlas Okyanusu’na uzanan bir yarımada üzerinde kurulu ve Avrupa’nın en eski yerleşimlerinden birisi olduğu söyleniyor. Ama Cadiz’e gelmeden yolda Jerez de la Frontera’ya uğramanızda yarar var. Endülüs’te adları “de la Frontera” diye biten bir çok kasaba var. Bunlar Müslümanlar’ın Endülüs’ün çoğunu kaybedip Granada’yı 200 yıl kadar daha tutmayı başardıkları yıllardaki “frontera”, yani “sınır” kentleri. Jerez adeta uykuya dalmış, sakin bir şehir. Etrafı ağaçlarla sarılı küçük bir meydanı var, burası da bir café’de oturup bir sherry içmek için ideal, çünkü Jerez ve çevresi İspanya’nın bu ünlü şarabının üretildiği yer. Şehirdeki Gonzalez Byass başta olmak üzere sherry üreticilerinin tesislerini ve mahzenlerini gezmek ve brendi ile kuvvetlendirilmiş bu şarapların yapılışını izlemek mümkün.
Cadiz’in her sokağı denize çıkar
Cadiz’e devam edecek olursak, burası tam bir sahil kenti. “Cadiz’de ne tarafa 100 metre yürürseniz karşınıza deniz çıkar” derler. Cadiz’in Atlantik Okyanusu’nun dalgalarının dövdüğü sahili panjurları kapalı beyaz evleri, daracık sokakları ve gün batımının kızıla boyadığı çok görkemli, şehre hakim katedraliyle çok güzel bir akşamüstü gezinti imkanı sunuyor. Deniz kenarındaki Atlantico, İspanyolların klasik Parador zincirine ait modern bir otel ve şehrin en iyi oteli. Yemeğe gelince Cadiz kadar deniz ile iç içe olan bir şehirde tabii ki balık yemek gerekir ve El Faro da rastlayabileceğiniz en iyi balık lokantalarından birisi. Onlarca yıldır değişmemiş, artık restoranın dekorunun bir parçası olmuş beyaz ceketli garsonlar, ceketlerle aynı ketenden masa örtüleri, ahşap duvarlar, klasik bir restorandan hoşlanıyorsanız bayılacağınız bir atmosfer ve iyi bir yemek.
Cordoba ve Granada ile Akdeniz sahilinin muhteşem şehri Malaga’ya gelince, onları da bu yazıya sığdırabileceğimi sanmamıştınız umarım. Endülüs öyle bir iki defa gitmekle bitirilemeyecek kadar zengin, doyulmayacak kadar güzel bir yer.