Dubrovnik’te Ortaçağ yolculuğu

Dubrovnik’i ilk gördüğünüzde kendinizi karşınızdaki şehri hayranlıkla seyretmekten alıkoyamıyorsunuz. Şehri saran 25 metre yükseklikteki ve 2 kilometre uzunluktaki surlar sizi bir anda Ortaçağ’a geri götürüyor

Haberin Devamı

Surlarda yükselen 16 kule aslında buralarda hayatın hep şimdi elinizdeki Ozujsko birasını yudumlarken olduğunuz kadar rahat olmadığını gösteriyor. Dubrovnik, Avrupa’nın en iyi korunmuş Ortaçağ kentlerinden birisi, surların içindeki mermer caddeler, eski kiliseler ve tepelere tırmanan merdiven-sokaklarıyla sizi yüzlerce yıl öncesindeki bir seyahate götürecek sihirli bir kent.
500 yıl öncesine kadar Venediklilerin kontrolünde kalan kent daha sonra bağımsızlığını kazanmış ve adeta Venediklilere inat İspanyollar, Sicilyalılar ve Osmanlılar ile ticaret yaparak çok zenginleşmiş. Haçlı seferleri, Avrupalıların güç savaşları derken, hep iki arada bir derede kalmış, ama bağımsızlığını da koruyabilmiş. Yugoslavya zamanında bile önemli bir turizm merkezi olan Dubrovnik doksanlı yıllardaki iç savaşta Sırplar tarafından bombalanmış, çok yara almış. Ama şehir o kadar güzel restore edilmiş ki, yüzyıllar boyunca çektiği ıstırapların hiçbir izi kalmamış.
Dubrovnik insanı tarihi kadar tabii güzellikleriyle de etkiliyor. Şehir yemyeşil ormanlarla kaplı tepelerin masmavi Adriyatik denizine kavuştuğu yerde kurulmuş. Bir de bu yeşillik yetmiyormuş gibi her tarafını çiçeklerle kaplamışlar. Dubrovnik’te her ne kadar deniz kenarında bir çok kalınacak otel varsa da, şehrin pazar meydanı olan Gunduliçeva Poljana’nın kenarındaki Puciç Palace (thepucicpalace.com) kalınması gereken yer. Eski bir konak son derece başarılı bir şekilde restore edilip gerçek bir butik otele çevrilmiş. Sabahın erken denilebilecek saatlerinde pazaryerinden gelen seslerle uyanıyor ve odanızın balkonuna çıktığınızda karşılaşabileceğiniz en renkli manzaralardan birisiyle karşılaşıyorsunuz. Meydana karşı kahvaltı son derece keyifli olduğu gibi, pazaryerinin ortasına kurulan restoranda yemek yemekte unutulmaz bir deneyim oluyor. Gerçi Hırvat yemekleri prşut adını verdikleri ve İtalyanların prosciutto’su ile İspanyolların jamon iberico’sundan pek aşağı kalmayan jambonları dışında pek kayda değer değil. İyice şarapları ve yazının girişinde bahsettiğim Ozujsko veya Karlovaçko adında içilebilir bir biraları da var, ama Dubrovnik’te atmosfer o kadar büyüleyici ki bunlar pek umurunuzda olmuyor.


Prşut yemeden olmaz
Puciç Palace’da gününüz dediğim gibi sabahın erken saatlerinde pazaryerinden gelen gürültülerle başlıyor. Kahvaltıdan sonra otelin surların hemen dışındaki plajına gidip surlara karşı eşleriniz güneşlenirken Campari portakal veya biranızı içip akşamüsünü getiriyorsunuz. Surların üstündeki iki saatlik yorucu bir tırmanış-yürüyüşün ardından eşleriniz Dubrovnik’in ana caddesi Placa’nın üstündeki butikleri kontrol ederken siz Dvorom üzerindeki barlardan birinden Westmalle gibi bir Belçika Trappist birasını yudumlayıp sonra Placa’nın sağındaki merdiven-sokaklardan tırmanıp Ortaçağ’dan kalma sokakların üstündeki restoran masalarından birisine oturup yemeğinizi yiyorsunuz. Yemekler iyi mi derseniz, prşut dışında fazla bir şey diyemeyeceğim, ama Dubrovnik’tesiniz, etrafınızı saran binalar yüzlerce yıldır oradalar, siz de oradasınız, bizim seyahatimizde olduğu gibi, bir de sevdiğiniz arkadaşlarınız ile iseniz, daha ne istersiniz ki?


DİĞER YENİ YAZILAR