Dublin yemyeşil tepelerin yerlerini denize doğru bıraktığı bir düzlükte kurulmuş bir şehir. İrlanda’nın Britanya İmparatorluğu’nun bir parçası olduğu yıllarda imparatorluğun Londra’dan sonra ikinci büyük şehriymiş. Binaların çoğu imparatorluğun önemli şehirlerine 1720-1840 yılları arasında hakim olan “Georgian” mimari tarzıyla inşa edilmiş hükümet binaları, konaklar ve sıra evler. Georgian mimari tarzı adını İngiltere’nin George olan ilk dört kralından alır. Dublin’in hepsi birbirinin aynı gri sıra evlerinin renklenmesi de bu 4 George’dan sonra gelen Kraliçe Victoria sayesinde, daha doğrusu onun yüzünden olmuştur.
Rivayete göre Kraliçe Victoria çok sevdiği eşi Albert ölünce o kadar üzülmüş ki ulusal yas ilan edip imparatorluğun dört bir köşesinde bütün evlerin kapılarının siyaha boyanmasını emretmiş. Kendisi de ölünceye kadar matemini sürdürmeye ve sadece siyah giymeye karar vermiş. İrlandalıların tepkisi ise “Biz sana karışmayalım, ne renk giyersen giy, ama biz kapılarımızı siyaha boyamayız” şeklide olmuş. Ve aynı geçen hafta halkımızın ilk önce Beyoğlu’nda, sonrada İstanbul’un kalan semtleri ile yurdumuzun diğer şehirlerinde yaptığı gibi almışlar ellerine boyayı, başlamışlar evlerinin kapılarını rengarenk boyamaya. Dublin evlerinin kırmızı, sarı, pembe, mavi, lacivert gibi canlı renklere boyanmış kapılarının sevimli örneklerini hâlâ görmek mümkün.
Temple Bar çok sayıda pub’ı ile ünlü
Dublin, Liffey Nehri tarafından ikiye bölünmüş, yürüyerek gezilmesi çok keyifli bir şehir. Nehrin kıyısında tek tük de olsa imparatorluk zamanından kalma görkemli binalar var. Bunlardan kubbeli bir koloniyal yapı olan gümrük binası ile İrlanda ihtilalinde önemli bir yeri olan postane görülmeye değer olanları. Dublin’e gitmişken, bir de mutlaka Trinity College’in muhteşem bir gotik mimariye sahip kütüphanesine gitmelisiniz. Buradaki çoğu el yazması bir milyon kitap yazarlar kenti Dublin’de her kitapseveri mest etmeye yeter.
Ama Dublin aynı zamanda oldukça eğlenceli bir şehir. Bir zamanlar Dublin’de her üç evden birisinin altında bir pub varmış. Şehrin en güzel parklarından St Stephen’s Green’in hemen yanındaki Merrion Row’daki O’Donaghue birçok kimseye göre Dublin’in en iyi pub’ı. Müşterilerin çoğu İrlanda’nın “stout” diye bilinen siyaha yakın renkli, kremamsı yoğun bir köpüğe sahip birasını içiyor. İrlanda’nın kendi viskisi var ve içtikleri marka konusunda oldukça fanatikler, öyle ki bir pub’da viski sipariş ettikleri zaman mutlaka markasıyla söylüyorlar. Dublin’in Temple Bar diye bilinen mahallesi canlı gece hayatı ve çok sayıda pub’ı ile ünlü. Kraliçe Victoria döneminden kalma Palace Bar o yılların şatafatını, zenginliğini yansıtan dekoru ve 100 kadar farklı İrlanda viskisi bulabileceğiniz barı ile Dublin’in en güzel publarından birisi. Pub’ların çoğunda yemek yemek mümkün. 1198 yılında kurulmuş olan Dublin’in en eski pub’ı Brazen Head bir stout birası eşliğinde bizim etli patatese benzeyen “Irish stew” gibi geleneksel pub yemekleri yemek için ideal.
Bu arada Dublin’in renkli kapılarıyla ilgili bir rivayet daha var. Ona göre de Dublinlilerin evlerinin kapılarını canlı renklere boyamalarının nedeni Kraliçe Victoria’nın ilan ettiği ulusal yas filan değilmiş. Bir adam şair komşusunun her gece pub’dan eve sarhoş dönüp yanlışlıkla kapısını çalmasından bıkmış. Bir gün almış eline boyayı kapısını açık yeşile boyamış. Bundan hoşlanan komşular da kendi kapılarını farklı renklerde boyamaya başlamışlar. Adı üstünde rivayet, canınız hangisine inanmak istiyorsa...
Dublin’in rengarenk kapıları
Haberin Devamı