Ağaçlar altındaki kahveye hareket getirmiş olmalıydık ki köylüler gelip yanımıza oturuyor, olmayan sohbetimize katılmaya çalışıyorlardı. Kozak Yaylası yurdumuzun en güzel köşelerinden biridir. Yukarıdan bakıldığında yeşil bulutları andıran çam ormanları ufka kadar uzanan tepeleri kaplar.
Çam fıstığı ile üzümü çok meşhurdur. Kozak köylüleri çam fıstıkları ve üzümleriyle iftihar eder ve hiçbir laf söyletmezler. Köy kahvesi sohbetimiz ister istemez çam fıstığı ve üzüm üzerine yoğunlaştı.
Kenarda sessizce oturan, ağzında kalmamış olan dişlerinin üzerine çökmüş, yanaklarından oldukça yaşlı olduğunu tahmin ettiğimiz bir köylü, nihayet bir şey söylemesi gerektiğine karar vermiş olmalıydı ki lafa girdi: “Bir zamanlar Edremit Pazarı’na gitmiştim, pazarcılardan biri ‘Kozak üzümü’ diye bağırıyordu. Üzümlere baktım, ‘Beni kandıramazsın, bunlar Kozak üzümü değil’ dedim ve oradan uzaklaştım” dedi ve masadan kalkıp yanımızdan da uzaklaştı. İfadesi ve heyecanından yaşamının en önemli olayını anlattığı belliydi. Biz de çay paralarını ödeyip kalkmak istedik. Masamızdaki başka bir köylü elindeki 1 liralık madeni parayı tavlada pul kırar gibi masada tıklatıp köy kahvesi muhabbetimize noktayı koydu: “Çaylar benden!”
Sarıbaş Mandıra’da eski koyun peynirini tadın
Kozak Yaylası’ndan Burhaniye’ye doğru indik. Günlerden pazartesi idi, dillere destan Burhaniye Pazarı’nın kurulduğu gün. Arabamızı zar zor bir yere park edip kendimizi rengarenk bir dünyanın içine atıverdik. Burası yemekten hoşlanıyorsanız, tam bir cennet. Hele bir köylü pazarı var ki rengarenk giyimli Yörük kadınları, önlerindeki tezgahlarda börülceler, fasulyeler, Kemer patlıcanları, Havran inciri, kavunlar ve karpuzlar, biberler, Burhaniye’nin ünlü pembe domatesleri ve tabii ki Kazak üzümü. Pazarcılar bağırıyor, “Huu hanım, artık zamanı geldiii” diye. Şanslı insanlar... Biz İstanbul’da artık neyi zamanı gelince yiyebiliyoruz ki? Diğer tarafta, peynirciler, tabii ki zeytin ve zeytinyağı, sabunlar; buralarda höşmerim beklersiniz, o da var. Ama asıl Şam işi tatlılar; bir pazarda ne ararsanız her şey, en renkli, en canlı, en güzel hâliyle.
Biz peynir almak için pazar kalabalığından çıkıp kendimizi Burhaniye’nin (Herkes pazarda olduğundan olacak) biraz daha sakin olan sokaklarına attık. Sarıbaş Mandıra’da bir peynir tadımı yaptık. Tulum, sepet peyniri, lor derken bir beyaz peynir tattık, “eski koyun”imiş, “Bundan sonra yemek istediğim beyaz peynir bu” deyip peynir alışverişine noktayı koydum. Sarıbaş Mandıra’nın hemen yanında Köfteci Recep’in dükkanı var. Herhalde 50 yıldır aynı yerde köfte satıyor. Harcında ekmeği bol tutulmuş, lezzetli olduğu kadar hafif olan Burhaniye köftesinin yanında ne yiyeceğinize mevsimine göre Recep Usta karar veriyor. Hani “Artık zamanı geldi” misali, domates ise domates, piyaz ise piyaz. Kaçar tane köfte yedik hatırlamıyorum, ama herhalde pek zorlanmadan bir o kadar daha yiyebilirdik.
Havran köftelerinin kalıcı tadı
Burhaniye güzel bir kasaba. 1867 yılında ilçe olabilmesi için Kemer olan adı II. Abdülhamid’in oğlu Burhanettin’e istinaden Burhaniye olarak değiştirilmiş. Ama Kemer adı hala kullanılıyor, köylüler hâlâ Pazar için “Kemer’e iniyor” diyor, patlıcanının adı aradan 140 yıl geçmesine rağmen hâlâ “Kemer patlıcanı”. Kasabanın ortasındaki bir koruluğu andıran Belediye Meydanı’nda ağaçların altında kahvelerimizi içtikten sonra artık İstanbul’a dönme vaktimiz gelmişti. Gömeç’teki yazlığında bizi misafir eden Hamit Güven ağabeyimiz yola çıkarken “Geçerken Havran’da mutlaka köfte yiyin” diye tembihledi.
Havran, Balıkesir yolu üzerinde Burhaniye’ye 15 km mesafede. Havran’a varmadan birkaç kilometre önce yolun sağ tarafında Çobanöz’ün dükkânında durup zeytin ve kalıplarla zeytinyağı sabunu alıp arabanın bagajındaki pembe domateslerin, biberlerin, çeşitli peynir ve otların yanına yerleştirdik. Sonra kasabaya girdik, meydanı bulduk. İyi ki gitmişiz, karşımıza 100 yıllık bir müessese çıktı. Köfteci İsa’nın torunu Nedim Akkurt, dede mesleğini devam ettirdiği küçük köfteci dükkanının ızgarasından dumanlar yükseliyordu. Ekmek arasına birkaç köfte attırıp ayaküstü yedik. Burhaniye’nin köftesinden daha yağlı, ama farklı da olsa çok lezzetliydi. Köftelerin yağı ağzımızın içini, tadı da damağımızı öyle bir sıvamıştı ki Bandırma’ya vardığımızda hâlâ kendilerini hissettiriyorlardı.
Mehmet Yaşin’e söyleyeyim, “Lezzet Durakları” kitabına Burhaniye ve Havran köftelerini de eklesin. Edremit’teki Cumhuriyet Lokantası’na tabii ki itirazım yok, ama doğrusu Edremit Körfezi o harika kitabında birden fazla yeri hak ediyor.
Dillere destan Burhaniye Pazarı!
Bozak Yaylası’nda küçük bir köy kahvesinde oturmuş, çaylarımızı yudumluyorduk. Tembel bir günün yorgun bir sabahıydı
Haberin Devamı