Bazı şehirler vardır, isimlerinde bir sihir olan, Hong Kong, San Francisco, Rio de Janeiro, Cape Town, Bombay, Beyrut gibi. Sanırım yabancılar için İstanbul’umuzun da ismi öyledir, her ne kadar biz sihirli şehrimizin ismine de, kendisine de alışmış olduğumuzdan artık o sihrini pek hissetmiyorsak da. Bazı şehirler vardır, saydıklarımız gibi, siz daha oraya gitmeden adeta sizi çağırırlar, gidinceye kadar size rahat vermezler. Beyrut benim bu listeme çocuk yaşlarımda girdi; Göksel Arsoy’un bir Türk ajanını oynadığı bir filimle, galiba “Altın Çocuk Beyrut’ta” gibi bir adı olan.
Beyrut, İstanbul’dan bir saatten biraz daha fazla sürüyor. Uçağınız Kıbrıs üstündeyken alçalmaya başlıyor ve oldukça sarp yemyeşil dağların, adına bakmayın, masmavi Akdeniz’e kavuştuğu bir sahilde kurulu bu güzel şehre iniyor. Beyrut bir zamanlar Orta Doğu’nun Paris’i olarak adlandırılıyordu. Sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun asırlar boyu bir arada tutmayı başardığı dini ve milli farklılıkları Lübnanlılar bağımsızlık yıllarında taşıyamayınca bu farklı toplumlar 1976 yılında birbirlerine girmiş, ülke 14 yıl sürecek bir iç savaşa sürüklenmişti. Beyrut’ta bu iç savaşın izlerini hâlâ binalardaki kurşun izlerinden, hatta bazı binaların pencerelerinde hâlâ duran kum torbalarından görmek mümkün. Aslında savaştan etkilenen kısım şehri merkezindeki üç beş blok imiş, ama bütün şehride hayat durmuş. Beyrut’ta Osmanlı’nın izlerine hala rastlamak mümkün. Osmanlı’dan kalma konaklar kitemit çatılarıyla şehrin merkezine serpiştirilmiş gibiler. Eski hükümet binalarından bazılarına hâlâ zamana karşı direnmeye devam ediyorlar. Beyrut’ta deniz kenarını Selanik, İzmir, İskenderiye gibi bütün Akdeniz şehrilerinde olduğu gibi bir kordon sarıyor. Corniche adı verilen bu cadde şık oteller ve restoranlarla dolu. Yeni açılan Four Seasons ile şehrin HIP oteli Le Gray kalınacak en iyi adresler. İkisinin de tepelerindeki barlar (özellikle Le Gray’deki Bar ThreeSixty) bir zamanlar İstanbul’daki otellerin roof barları gibi çok popülerler. Ama Beyrut’a gitmişken tabii ki bu harika şehri sadece 5 yıldızlı bir otelin tepesindeki bir bardan seyretmekle yetinmeyeceksiniz. Bir seyahat yazarının pek hoş bir şekilde bizim Asmalımescit’e benzettiği Jemayze, cafe ve barlarla dolu bir mahalle. Öte yandan iç savaştan çok etkilenmiş olan Hamrah hala şehrin ana caddesi. Lübnanlı arkadaşım Nabil Moukadem’e göre buradaki Barbar, Kebabci, Al-Tabkha ve Warde gibi restoranlar pek lüks olmayan, ama mutlaka denenmesi gereken yerler. Ama ille de çok iyi bir Lübnan restoranı diye sorarsanız, Nabil benim hepsinde yiyemediğim “Karam ve Sultan İbrahim ve Abdulwahab çok iyiler” diyor.
Yemeğin sonuna doğru nargile fokurdatmaya başlayabilirsiniz
Lübnan’da iyi olan bir şey de şarap. Savaş yıllarında bile üretilmeye devam edilen Chateau Musar Avrupa ile Amerika’da bile şarapseverlerin övgü ile bahsettikleri bir şarap. Beyrut’un kuzeyindeki Junieh kıyısına dizili balık restoranlarıyla ünlü. Junieh’nin güneyinden kuzeyine uzanan neredeyse 10 km uzunluğundaki sahil balıkçı restoranlarıyla dolu. Junieh’nin kıyısına uzandığı koy meze eşliğinde arak içmek için ideal. Yemeğinizi bitirmeye yakın nargilenizi fokurdatmaya başlayabilir ve karşı kıyıda ışıldayan ünlü Casino du Liban’ı keyifle seyredebilirsiniz. Junieh’deki Chez Sami pek “in” ama galiba özellikle meze söz konusu olunca burada kötü yemek biraz zor. Lübnan’ın mezeleri bize pek yabancı değil ve tek kelimeyle muhteşemler. Lübnan rakısı arak ise bizim rakıyı aratmayacak kadar lezzetli.
Nabil “En iyi arak Crystal” diyor, onu bulamazsanız Ksara’yı da deneyebilirsiniz. “İstanbul’daki evinde unutamadığımız tabuleh ile içtiğimiz arak Crystal’miydi” diye soruyorum, “Hayır, o çok özel bir arak, onu bulamazsın” diye cevap veriyor; Beyrut’a bir daha Tijen-Nabil Moukadem çiftiyle gidilecek diye kafamda not alıyorum. Balık lokantalarını, barları, otelleri bulmak kolaydır, ama hele Beyrut gibi “sihirli” şehrilerde o “özel arak”ı içebilmek için, bazı özel tadları keşfedebilmek için beraberinizde Nabil gibi artık orada yaşamasa bile oralı olan bir arkadaşınızın olması harika olur. Ya da gene Beyrut’ta Bekaa vadisinde yapılmış “çakma” viskiyi “iyidir, bir dene” diye içirip bir hafta başımın ağrımasına neden olan başka bir arkadaşımla olduğu gibi kabus olabilir.
Mehmet Tezkan’dan Beyrut’a gideceklere öneriler
Milliyet gazetesi yazarı Mehmet Tezkan da Beyrut’u görenlerden. İşte Tezkan’ın
Beyrut’a gitmeyi düşünenler için önerileri...
* Lübnan mezeleriyle meşhur. Et işine dalmayın bol bol meze yiyin. Abdel Wahab Beyrut’un en ünlü kebapçısı. Yemekleri lezzetli, ortam pırıl pırıl.
* Fattouch (karışık yeşil salata diyebiliriz), Tabbouleh (ince kıyılmış maydanoz salatası), Kebeh (içli köfte), Vine Leaves (yaprak dolması), Moutabbal (minik köfte), Hommos, Labneh, Mekanek, nohut ve patlıcan ağırlıklı ünlü mezelerini yiyin. Babaganuş’u da unutmayın.
* Et işine dalmayın dedim ama tatlıyı pas geçmeyin.. Tatlıdan hoşlanmadığım halde bayıla bayıla yedim. Kneffeh Jebneh, (künefe) Halawet el Jeben, Osmalıyeh ünlü tatlıları. Künefe bizdekinden farklı, çok daha lezzetli.
* İlla balık diyorsanız Sultan Brahim’e gidin.. Birinci sınıf balık lokantası. Ben yine de balık yerine balık mezelerini seçin derim. Muhteşem!
* İçki kullananlara da küçük bir tüyo; ‘Lübnan Arak’ı (rakısı) dört dörtlük.
* Vaktiniz olursa Refik Hariri Cami’ine uğrayın. Bodrum mavisi kubbeli şık bir camii. ‘Downtown’da... Yolunuz düşer zaten.
Beyrut’tan arak içmeden dönmeyin
Türklerin yeni tatil rotası BEYRUT
Haberin Devamı