Yunanistan’da karşınıza ilk çıkan şehir Aleksandrupoli, yani Dedeağaç’tır. Biraz karışık olacak, ama Dedeağaç aslında dönüş yolculuğunda kalmak için idealdir, deniz kenarında uzanan kordonu ülkenize dönmeden son bir akşam yemeği yiyebileceğiniz tavernalar ile doludur. Arka sokaklar ise oldukça hareketli bir gece hayatına ev sahipliği yapar. Ancak Ege kıyısında olduğunuzu unutmayıp deniz kenarındaki bir tavernayı, mesela mavi tahta sandalyeleri ve abartısız, tipik dekoruyla Archipelagos’u seçersiniz. Karşınızda Ege’nin en yüksek adası Samothraki, sağ tarafınızda güneş, az sonra kızıla boyadığı denizin içinde kaybolacak. Yemekler nefis, masanızdaki Mini içimi çok rahat bir uzo. Mükellef bir yemek yiyorsunuz, cebinizdeki para kişi başı sadece 10 avro kadar azalıyor.
Gidiş yoluna dönecek olursak, Dedeağaç’tan sonra sırtlarını Rodop dağlarına dayamış eski Osmanlı şehirleri Gümülcine (Komotini) ve İskeçe’nin (Xanthi) yanından (veya isterseniz içlerinden) geçip 3 saat içinde Kavala’ya varırsınız. Kavala, Ege Denizi kıyılarının en güzel şehirlerinden biri. Dağların yamaçlarının denize kavuştuğu dantel gibi koyların kenarında kurulmuş. Şehre Osmanlı döneminden kalma görkemli bir su kemerinin içinden geçerek giriliyor. Eski Türk mahallesi surların içinde, iyi korunmuş, tepede bir kale şehri süzüyor. Surların dibindeki Panos-Zafira güzel bir taverna. Kalamar ve balıktan sıkılıp suflaki (kuzu veya domuz şiş) yemek isterseniz, pamuk gibi, mezeler her yerde olduğu gibi, yok, biraz daha lezzetli. Mezelerinize eşlik eden Kavala uzosu tadından çok adıyla dikkatinizi çekiyor: Babacim.
Kaleiçi’nde Osmanlı’dan Mısır’ı koparan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 200 yıl kadar önce yaptırdığı külliye, muhteşem bir restorasyondan sonra bir butik otel haline getirilmiş. Medrese talebelerinin eski odaları avlulara açılıyor. Avluların en büyüğündeki yüzme havuzunun kenarları kemerli galerilerle süslü, havuza gölgesini veren asırlık bir selviyi bir morsalkım sımsıkı sarmış. Her şey sanki 200 yıl öncesi gibi. Onlarca kubbenin üzerinden aşağıda uzanan Kavala körfezini seyretmeye doyamıyorsunuz.
Kavala’dan Selanik de 2 saat kadar sürüyor. Selanik ayrı bir yazı konusu olduğundan çevre yolundaki Edessa tabelalarını takip ederek Makedonya’ya doğru devam ediyoruz. Ama tabii ki mola vererek: Selanik’in bir saat kadar batısında olan Edessa, uçsuz bucaksız ovaların yerlerini dağlara bırakmaya başladığı bir yerde, kayaların üzerinde kurulu bir şehir. Şehrin ortasından geçen bir nehir kayalıklardan, daha doğrusu uçurumdan aşağı dökülen bir şelale haline dönüşüyor. İşte tam bu noktadaki Katarraktes Edessas, Mehmet Yaşin’in tabiriyle tam bir “yol üstü lezzet durağı.” Dev ağaçların gölgesinde bir lokanta, neredeyse ortasından 50 metre sonra uçurumdan aşağıya yuvarlanacak bir nehir geçiyor. Etrafınıza bakıyorsunuz, Anadolu’nun herhangi bir şehrinde olabilirsiniz. Yemekler nefis; ama mutlaka denenmesi gereken tsoblek kebap. Herhalde çömlek kebabı demek istemişler diyorsunuz, ama patlıcan ve domates yatağı üzerindeki neredeyse çatalla dokununca bile kendiliğinden dağılan dana eti o kadar yumuşak, o kadar lezzetli ki pek umrunuzda olmuyor.
Edessa’dan dağlık bir yolu takip ederek Manastır ovasının güneyinde sırtını dağlara dayamış olan Florina’ya varıyoruz. Burası kırmızı biberleriyle ünlü, Yunanistan’ın en iyi biberlerinin burada yetiştiği söylenir. Zaten Selanik tavernalarında bile mezelerin arasında biber istendiğinde “piperis florinis” istemek ihmal edilmez. Gerçi elimdeki Lonely Planet’in rehber kitabı Florina için “a dull and charmless place”, uğramak için pek neden olmayan “sıkıcı ve sevimsiz bir yer” diyordu, ama benim Florina’ya uğramak için önemli bir nedenim vardı: Florina babamın bir Osmanlı vatandaşı olarak doğduğu şehir. Ve Florina, Lonely Planet’in tarifinin aksine dere kenarındaki eski Türk evleriyle, konaklarıyla Balkanların en iyi korunmuş Osmanlı şehirlerinden biri olarak karşımıza çıktı. Florina’dan Makedonya sınırı 10 km, ama bu haftalık yerimiz bu kadar. Florina, Manastır ve muhteşem Ohri haftaya.
Bunları yapmadan dönmeyin
u Dedeağaç’ın karşısındaki Samothraki (Semadirek) ile Kavala’nın karşısındaki Thassos (Taşoz) adaları görmeye değer. Samothraki 2 saat sürüyor, gecelemek gerekebilir, Thassos’a ise feribot ile yarım saatte geçiliyor. Dağlık, ama yemyeşil çam ormanlarıyla kaplı bir ada, günübirlik gidip Kinira köyündeki Agoratos’da yemek yemeğe değer.
u Kavala’nın sur içindeki eski şehri gezilmeli. Yunanistan’daki belki de tek Osmanlı paşası heykeli olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa heykeli burada. İmaret’te kalmıyorsanız bile gezip bir içki veya kahve içmeyi ihmal etmeyin.
u Atatürk’ün doğduğu evin Selanik’te olduğunu herhalde hatırlatmaya gerek yok. İzmirli iseniz veya İzmir’i seviyorsanız Selanik’te kordonda dolaşmak size büyük bir zevk ve aynı zamanda hüzün verecektir.
u Selanik’teki 1948 yılında kurulan Terkenlis pastanesi Electra Palaca otelinin karşı köşesinde, mis gibi kokuları izleyip bulabilirsiniz. Paskalya çöreği muhteşem.
u Selanik’e gelmeden denize üç parmak halinde uzanan yarımadalardan en doğuda olanı Agios Oros (Aynaros) sayısız manastırı ile ünlü. Gezmek için özel izin gerekiyor ve kadınlar bu yarımadaya alınmıyor, hatta denizden bile 200 metreden fazla yaklaşmalarına izin verilmiyor.
Nerede kalınır?
u Aleksandrupoli (Dedeağaç)
Egnetia Grand
Tel: 00-30-2810-300330
www.greekhotels.net/egnatia/
u Kavala
Imaret
Tel: 00-30-2510-620151
www.imaret.com
u Selanik
Electra Palace
Tel: 00-30-2310-294000
www.electrahotels.gr/electra-
thessaloniki/
u Makedonia Palace
Tel: 00-30-2310-502241 www.lux-hotels.com/makedoniapalace/
Balkanlarda Osmanlı izleri
İstanbul’dan alacakaranlıkta yola çıkarsanız, ilkin İpsala’yı, sonra da Meriç nehrini geçip Yunanistan’a girdiğinizde sırtınıza aldığınız güneş daha yeni yükselmekte olur
Haberin Devamı