140 yıl önce Tepebaşı’nda masalar kaldırımlardaydı

En prestijli seyahat dergileri bu sokaklara sıkça yer verdi

Haberin Devamı

Tepebaşı’ndaki Mısır, İlissia ve Petersburg kahveleri yaz aylarında masa ve sandalyelerini tramvay raylarına neredeyse değecek şekilde dışarıya dizerlerdi. Bu küçük masalara Sakız rakısının yanında bütün masayı kaplayan mezeler de servis edilirdi. Oradaki müşteri kalabalığı içkilerini yudumlarken, Tepebaşı bahçesinde çalan orkestralardan güzel nağmeler işitilirdi. Buraları öğleden sonra saat 6 civarı başlayıp gece yarısı sonrasına kadar hareketli olurdu. Uzaktan genel görüntü çok güzeldi. Ancak yoldan geçen bir araba ya da tramvayın atlarının masalara çarpıp, mezeleri ile birlikte devirmesi de, alışılmış olaylardandı” diye anlatıyor İ. N. Karavia yüz yıl öncesinin İstanbul’unu “Allate ke Tore” (Bir Zamanlar ve Şimdi) adlı kitabında.
Sonrasını Çelik Gülersoy’un “Tepebaşı Bir Meydan Savaşı” adlı kitabındaki anlatımından dinleyelim: “Meydanlığa bakan, daha doğrusu karşıdaki Haliç’i gece gündüz seyreden yapılar dizisi 1880’lerle 1940’lar arasında, 70 yıl, üçlü bir bileşim sergilemiştir: Konutlar, oteller ve kafeler. Günümüzde, yani son 40 yılda, burada bir eksiklik, bir de fazlalık oldu: Konutlar ve otellerle, kafeler azaldı, bürolar eklenip çoğaldı.” Konutların azalması ile Tepebaşı’ndan, hatta Beyoğlu’ndan yaşam çekildi, insanlar bir zamanların görkemli caddeleri Meşrutiyet ve İstiklal Caddeleri’ne gelmez oldular. 20. yüzyılın sonlarına doğru yüzyılın ilk yıllarında şık hanımefendilerle beyefendilerin kaldırım kafelerinde biralarını veya kahvelerini yudumladıkları Beyoğlu’ndan insanlar çekildiler, hatta gelmeye korkar oldular.

En prestijli seyahat dergileri bu sokaklara sıkça yer verdi

Sonra yeni bir yüzyıla girdik, Beyoğlu sanki ikinci yarısını unutulmuş, ihmal edilmiş, sevilmemiş olarak geçirdiği 20. yüzyıla inat silkelendi, güzelleşmeye başladı. Hem kendisini yıllardır unutmuş, ihmal etmiş olan eski sevenleri, hem de yeni hayranları tekrar sokaklarını doldurmaya başladılar. Asmalımescit civarında bir elin parmakları kadar olan meyhane ve restoran sayısı yavaşça artmaya başladı, sokaklara serpiştirilen masalardaki loş ışıklar etrafı giderek daha çok aydınlatmaya başladılar. Yirminci yüzyılın başlarının efsane oteli Pera Palas ve Palazzo Donizetti gibi otellerin açılışıyla Beyoğlu’na gelen turistin kalitesinde belirgin bir düzelme olmaya başladı. Artık turistler de Asmalımescit’in kalabalığının içine karışıyor, hatta bazıları İstanbul’da kaldıkları üç beş gecenin neredeyse her gecesini burada geçiriyorlardı.
Son yıllarda dünya basınında en prestijli seyahat dergileri başta olmak üzere çok sık yer almaya başlayan İstanbul ile ilgili neredeyse bütün yazılarda yazarlar akşam yemeği için mutlaka Asmalımescit’e gidilmesi gerektiğini yazmaya başlamışlardı. Financial Times’ın restoran kritiği Nicholas Lander, “manzarası olmayan daracık bir sokakta önünden arabaların geçtiği dört masa ve bir düzine taburesi olan” Ece Aksoy’un Asmalımescit’teki yerinden ve yemeklerinden o kadar etkilenmiş olmalı ki, Boğaz ve tarihi yarımada manzaralı restoranları yazdığı İstanbul yazısına Asmalımescit’ten, Ece Hanım"ın restoranından giriş yapmış.

Sokaklarında gezilemeyecek yerleri mekanlar yeniden canlandırdı

Biz nedense iyi örnekleri göz ardı edip hep kötü örneklerden yola çıkarız. Sokaklardaki masaların, araç trafiğine kapalı bir sokakta dahi olsalar, yayaların geçişini engelleyecek kadar sokağa yayılmalarını savunmak mümkün değildir. Asmalımescit ve etrafındaki sokaklarda bunların örnekleri de ne yazık ki oldukça çoktu. Ama bu arada dışarıya koyduğu masalar için Belediye’ye işgaliyesini ödeyip gelen yerli yabancı müşterisine kaliteli hizmet sunmaya çalışan ve çoğunlukta olan restoranların var olduğunu unuttuk. Masalar, sandalyeler kaldırıldı, Asmalımecit sakinleşti, sessizleşti.
Oysa Asmalımescit’te kalabalıktan şikayet etmek, Fatih Altaylı’nın bu hafta bir yazısında yaptığı çok yerinde bir benzetmeyle “maça gidip seyircinin tezahüratından şikayet etmek” gibi oluyor. Oralarda oturanlar dahil, herkesin unutmaması gereken şu ki, Asmalımescit ve civarı oralardaki mekanlar açılıncaya kadar kimsenin bırakın yerleşip oturmaya, sokaklarında gezmeye dahi cesaret edemedikleri yerlerdi. Sokak kahveleri, masaları kaldırımlara serpiştirilmiş restoranlar şehirlerin nefes aldıkları yerlerdir. Açık havada oturup içkinizi, kahve veya çayınızı yudumlarken önünüzden o şehrin akıp gittiğinizi görür, o şehri seyreder, ruhunu hissedersiniz. İstanbul’da da, 100 yıl önce, 20. yüzyılın başlarında Beyoğlu ve Tepebaşı’na hakim olan medeni görüntü 21. yüzyılın başlarında hiçbirimize fazla görülmemelidir. Bunu korumak için de, her ne kadar artık şapka veya fes takmıyorsak da, mekan sahipleri, müşteriler ve tabii ki Belediye’nin, herkesin şapkalarını önlerine koyup düşünmelidirler.

DİĞER YENİ YAZILAR