Zekâtı verilmiş mal helaldir

Haberin Devamı

SORU: Ülkemiz insanın gelir düzeyi ortalamasının kat kat üstünde zengin insanlar var. Bu kişilerin verdikleri zekât her şeyi telafi ediyor mu? (Fulya)

CEVAP: Vergisini ve zekâtını veren insanın malı helaldir. Kimsenin alın teriyle helalinden kazandığı malında istediği gibi harcama yapmasına engel olunamaz.

Kişi vergisini ve zekâtını veriyorsa haram işler yapmamak şartıyla istediği evde yaşayabilir. Ama Kur’ân paylaşmayı, paranın ve servetin topluma yayılmasını ister. “Sana ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki affı yani ihtiyaçtan fazlasını harcayın” buyuruyor. Vurgulamak gerekir ki, İslâm’da Allah’a güçlü imandan kaynaklanan bir sosyalizm vardır. Bu yaklaşım, Allah tanımaz maddeci bir düşünceye değil, temelinde Allah’ı ve yaratıklarını sevmeyi, insanları eşit yapmayı hedefleyen İslâm’ın ruhuna dayalıdır. Allah inancına ve kardeşliğe dayalı sosyal yardımlaşma ve eşitlik, İslâm’ın ruhuna, maddeci kapitalizmden daha yakındır. Peygamberimiz, Nadioğulları’nın toprağını fethettiği zaman göçmen kardeşlerine yardım etmiş olan Medine yerlilerine dedi ki: “Siz, göçmen kardeşlerinize her türlü yardımı yaptınız.

Mallarınızı, tarlalarınızı onlarla paylaştınız. Şimdi Allah bize bu toprakları nasip etti. İsterseniz bu toprakları, sizin topraklarınızla birleştirelim ve hepsini eşit biçimde aranızda paylaştırayım. İsterseniz onlar sizin topraklarınızı geri versinler. Bu toprakları sadece göçmen kardeşlerinize dağıtayım.” Onlar daha büyük bir özveri gösterdiler: “Ey Allah’ın Elçisi, biz onlara verdiğimiz topraklarımızı istemiyoruz. Bu toprakları da yalnız onlara dağıt, biz bir şey talep etmiyoruz.” Bir başka münasebetle Allah Elçisi buyurdu ki: “Yemen’de Eşariler adıyla bir kabile vardır. Bunlar cemaat halinde yolculuk yaparken yemek molasında herkes çıkınında ne varsa getirir, sofrayı birleştirirler. Ne varsa herkese eşit biçimde dağıtırlar.
İşte Allah’ın en çok sevdiği insanlar onlardır.”

Kur’ân müminleri, “Kendi ihtiyaçları olsa dahi kardeşlerini kendi canlarına yeğlerler” şeklinde tanımlar. İslâm tasavvufunda da kişi yoksul düşünceye kadar varlığını Allah sevgisi için verme prensibi vardır. Peygamberimizin seçkin sahabilerinden Ebuzer, zorunlu ihtiyaçtan fazla mal biriktirmeyi haram olan kenz (mal yığma) saymıştır. Bu yüzden Hz. Osman zamanında Şam Valisi Muaviye ile arası açılmış ve Muaviye’nin, “Halkı zenginlere karşı kışkırtıyor” diye yazdığı şikayet mektubu üzerine Şam’dan getirtilip Medine yöresinde, Rebze denilen köyde ikamete mecbur edilmiştir. İslâm mutasavvıfı Sülemi doğduğu zaman babası, elinde ne malı varsa hepsini yoksullara dağıtmış, kendisine “Senin bir oğlun oldu, ona hiçbir şey bırakmadın” diyenlere, “Eğer çocuk iyilerden olursa Allah iyileri kollar. Kötülerden olursa ben eline fesat aleti vermemiş olurum” demiştir. Ebu Zerr-i Gifari, ilk İslâm sosyalisti sayıldığı gibi İslâm’ın ruhuyla beslenmiş, tasavvuf yöntemiyle irfan kazanıp olgunlaşmış olan ve “Yarin yanağından başka her şeyi paylaşmayı” öngören Şeyh Bedreddin-i Simavi’deki sosyal dayanışma anlayışı da işte bu manevi temele dayanır.

DİĞER YENİ YAZILAR