Vücuttan kan akınca abdest bozulur mu?

Kur'ân'a göre abdesti sadece büyük veya küçük tuvalete çıkmak bozar. Bilindiği üzere bedenden kan çıkmasının, abdesti bozup bozmayacağı ihtilaflı bir konudur. Ama Kur'ân'da hiç bundan söz edilmez

Haberin Devamı

Soru: Sayın Süleyman Ateş, eserlerinizi ve köşe yazılarınızı uzun zamandır okuyorum. Sizi gerçekten çok takdir ediyorum. Cevaplamanızı rica edeceğim bazı sorularım var. Kan ve kusmuk abdesti bozar mı? Farzla vacip aynı anlama mı geliyor? Bir mezhebe bağlı olan kişi, herhangi bir meselede başka bir mezhebin görüşüne uyabilir mi? (Ümit Çalışkan)

Cevap: Fıkıh kitaplarında abdesti bozan şeylerin şunlar olduğu belirtilir: 1) Büyük veya küçük tuvalet, 2) Vücuttan kan, irin, san su, kanla karışık su akması, 3) Ağız dolusu kusmak (balgamla abdest bozulmaz), 4) Ağızdan tükürüğe eşit veya daha fazla kan gelmesi, 5) Yatarak veya dayanarak, dayandığı şey alındığı zaman düşecek derecede uyumak. Diz üstü veya bağdaş kurarak oturup uyumak abdesti bozmaz. Namazdayken ayakta veya oturduğu yerde uyumak da abdesti bozmaz, 6) Bayılmak, 7) Sarhoş olmak, 8) Rükû ve sücûdu olan bir namazı kılarken yanındakilerin işiteceği kadar gülmek.

Bunlar, fıkıhçıların, bazı zayıf rivayetlere dayanarak verdikleri hükümlerdir, Kur'ân'a dayanmaz. Kur'ân'a göre abdesti sadece büyük veya küçük tuvalete çıkmak bozar. Bilindiği üzere bedenden kan çıkmasının, abdesti bozup bozmayacağı ihtilaflı bir konudur. Ama Kur'ân'da hiç bundan söz edilmez.

Yapılması gerekli olan
Hz. Peygamber'e dayandırılan rivayetler de değişik, hatta çelişkili olduğundan kimi bilginlere göre kan çıkması abdesti bozar, kimine göre de kan akıp gitmedikçe bozmaz. Uyumanın abdesti bozduğu görüşü, Hz. Peygamber'in uygulamasına aykırıdır. Çünkü o uyuduktan sonra abdest almadan namaz kılmıştır. Gelelim diğer sorunuza. Vacip tabiri, yapılması gerekli olan şeydir. Vacaba aleyna, "Bize gereklidir, bunu yapmamız gerekir" demektir.

Farz da aynı anlamdadır. Kur'ân ve hadis kullanımında vacip, farzdan ayrı bir hüküm veya kategori belirtmez. Ama sonradan fakihler (fıkıh bilginleri, İslâm hukukçuları) delilini veya delilinin manaya delaletini kuşkulu buldukları hükme vacip demişlerdir. Gerçekte delili kesin olmayan hüküm farz değil, uygulanan bir şey ise sünnettir.

Şimdi de son sorunuzu cevaplayayım. Bir mezhebe tâbi olan kişi, herhangi dini bir meselede başka bir mezhebin görüşünü daha kanıtlı ve isabetli bulursa o görüşü benimseyip uygulayabilir.

Mezhep din değildir. İnsanı bağlayan sadece Allah'ın ve Elçisi'nin sözleridir. Mezhep bazı din bilginlerinin içtihat ve yorumlarıdır. İnsanların içtihadı başkalarını bağlamaz. Çünkü içtihat sahipleri peygamber değillerdir. Kendileri, görüşlerinin bağlayıcı olduğunu söylememişlerdir. Kaldı ki Kur'ân ve sünnetten hüküm çıkaracak bilgiye ve yetkiye sahip olan kişinin, herhangi bir mezhebe tâbi olması da zaten caiz değildir. Mezhepsizlik iddiaları gelenekçiliğin savunmasından başka bir şey değildir.

DİĞER YENİ YAZILAR