Bakara:184. âyette: “Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar).” cümlesiyle hasta ve yolcuların, Ramazan’da oruç tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutacakları bildirilmektedir.
Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk, namazın kısa kılınacağı yolculuktur. Bunun uzunluğu üzerinde görüş ayrılıkları vardır. Çeşitli görüşlere göre bu mesafe üç mil (yaklaşık 5 km.), 90 km. arasında değişir. Hatta 2-3 km.lik mesafeyi de seferden sayanlar vardır.
İbnu’l-Munzir, sefer mesafesi konusunda 20 kadar görüş aktarmıştır. İbn Ebî Şeybe’nin sağlam senedle Abdullah ibn Ömer’den aktarımına göre bu mesafe, sadece bir milden ibarettir. İbn Hazm bu görüşü benimsemiştir. Çünkü “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman” (Nisa: 101) âyetinde sefer geneldir. Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlar, seferler arasında bir ayırım yapmamışlardır. Bir milden az mesafede namaz kısa kılınmaz ve oruç yenmez. Bundan fazla bir mesafeye gidecek olan, oturduğu kentin evlerini geçer geçmez namazını kısa kılmaya ve orucunu yemeğe başlar. Bu konudaki rivayetlerin en sağlamı, Hz. Peygamber’in, üç günlük yolculukta kısa kılmış olduğu rivayetidir (el-Fethu’r-Rabbânî: 5/107; Nevevî, Müslim Şerhi: 5/200).
48 millik yolculukta yolculuk hükmünün geçerli olacağı, o kadar mesafeye gidecek olanın, yola çıkınca namazın kısa kılacağı belirtilir (Lisânu’l-’Adab: 1/189). İki üç km.lik yolculukta da sefer hükmünün uygulanacağı görüşü vardır. İbn Ebî Şeybe’nin rivayetine göre Hz. Ömer’in oğlu Abdullah: “Ben gündüzün sadece bir saatinde yola gitsem, namazı kısa kılarım” demiştir. Yine onun: “Bir millik yola da çıksam, namazı kısa kılarım” dediğini Süfyân-ı Sevrî rivayet etmiştir ki bu iki rivayetin de senedi sağlamdır (Fethu’l-Bârî: 2/567). Namazın kısa kılındığı yolculuk, orucun da yenebileceği yolculuktur. Bu konuda Müslümanlar oybirliği içindedir.
Yolculuğa başlayınca, ikamet ettiği kentin evlerini geçer geçmez namaz kısa kılınır, oruç da yenebilir. Buhârî’nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin Fethi seferinde bir adamın üzerine gölge yapıldığını görünce onun nesi olduğunu sormuş, “Oruçlu” olduğunu söylemişler, “Seferde oruç tutmak iyilik değildir” demiştir (Müslim. Salâtu’l-müsâfirîn: 12; Ebû Dâvûd, Seter: 2).
Seferde orucu yemek ruhsattır, dileyen tutar, dileyen yer. Ancak düşmanla çarpışma durumunda orucu yemek azîmet (gerekli) olur. Câbir’in rivayetine göre Allah’ın Elçisi (s.a.v.), Fetih yılında Mekke’ye yürüdü. Kura’el-Ğamîm’e vardığında halk oruç tuttu. Kendisi bir bardak su istedi, halkın görmesi için suyu kaldırıp içti. Daha sonra kendisine, bazı insanların yine oruç tuttuğunu söylediler. “Onlar âsîlerdir, onlar âsîlerdir!” dedi (Müslim, Siyam: 90; Tirmizî, Savm: 18; Nesâ’î, Siyam: 49).
Ebû Sa’îd el-Hudrî de şöyle demiştir: “Biz Allah’ın Elçisi (s.a.v.) ile Mekke’ye gittik, oruçlu idik. Bir yere konduk. Allah’ın Elçisi (s.a.v.) buyurdu ki: ‘Siz düşmanınıza yaklaştınız, orucunuzu yemek size kuvvet verir’. Bu sözü bize ruhsat idi. Kimimiz orucuna devam etti, kimimiz yedi. Sonra başka bir yere konduk. Şöyle buyurdu: ‘Sabahleyin düşmanınızla karşılaşacaksınız. Orucunuzu yemek size daha güç verir, yiyiniz!’ Bu emir, azîmet (gerekli) oldu, yedik..’” (Müslim, Siyam: 102; Ebû Düvûd, Savm: 42; ibn Hanbel. Müsned: 3/35)
Fıkıh bilginlerine göre lohusa ve âdet halinde bulunan kadınlar, o halde oruç tutamaz, namaz kılamazlar. Oruçlarını sonradan kaza ederler, ama bu halde kılamadıkları namazlarını kaza etmezler.
Fakat bizim kanaatimize göre Kur’ân’da âdetin ve lohusalığın oruç namaz gibi ibadetlere engel olacağına dair en ufak bir işaret yoktur. Bunu vaktiyle bu gazetede çıkan önceki yazılarımızda birkaç kez açıklamıştık. Âdet halinde haram olan, sadece cinsel ilişkidir. Namaz ve oruç Allah’ı zikir ve düşünceşi O’na yoğunlaştırmadan ibarettir. Bunun haram olacak nesi vardır. Kur’ân tüm inananlara “Allah’ı çok zikrediniz!” buyurmuştur. Âdetli ve lohusa kadın güç gelmiyorsa orucunu tutar. Ama namaz hiçbir halde düşmez. Her namaz vakti için abdest alıp o vakit içindeki ibadetlerini yapar.