Kur’ân ve evrensel mesajı-1

Fussilet Suresi’nin 42. âyetinde ne Kur’ân’dan önce ne de sonra onu boşa çıkaracak, hükümsüz bırakacak bir kitap bulunmadığı vurgulanmaktadır. Bunun anlamı şudur: Kur’ân, kendinden önceki kitapların temel misyonuna ve içeriğine uygundur. Doğruladığı o kitaplar kendisini iptal etmez, destekler. Kendisinden sonra da onu hükümsüz kılacak hiçbir kitap gelmeyecektir. Onun hükmü sonsuza dek bakidir.

Kur’ân’ın Arapça Olmasındaki Hikmet:

“Onu, er-Rûhu’l-Emîn (güvenilir ruh, Cebrâîl) indirdi: 194- Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, 195- Apaçık Arapça bir dille.” (Şu‘ara: 47/193-195)

Yusuf: Suresi’nin 2. Âyetinde de hitabettiği insanların anlayabilmesi için Kur’ân’ın Arapça indirildiği belirtilir. Aynı hikmet İbrahim: 4. Âyette de vurgulanmıştır.

Allah’ın, insanlar arasından elçi seçip onlara Kitap indirmesinin hikmeti, o elçiler ve kitaplar vasıtasıyla kullarını doğru yola iletmektir. İbrâhîm: 72/4’ncü âyette belirtildiği üzere her millete, kendi içinden, kendi diliyle konuşan bir insan, peygamber olarak görevlendirilmiş; o peygambere, konuştuğu dilde Kitabı oluşturan vahiy indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in açık ifadesinden anlıyoruz ki Allah’ın, bütün peygamberlere indirdiği Kitap, aynı prensipleri içeren tek Kitaptır. Ancak aslı bir olan bu Kitap, her peygambere, kendi diliyle indirilmiştir. Mûsâ’ya ve Îsâ’yaİbrânî diliyle indirilmiş olan o Tanrı Kitabı, Araplar arasından seçilen Hz. Muhammed’e de Arapça olarak vahyedilmiştir: (En’âm: 92), (Yusuf: 53/2) âyetlerinin açıkça belirttiği gibi Kur’ân’ın Arapça indirilmesindeki hikmet de Arapça konuşan insanların, Allah’ın buyruklarını anlamları ve ona göre kendilerine yön vermeleridir.

Haberin Devamı

Fakat Hz. Muhammed’in peygamberliği cihanşümuldür. Kur’ân’ı Kerim’in prensipleri de bütün insanlık için geçerlidir. O halde dilleri başka olan ve Arapçayı anlamayan Müslümanların, Kur’ân’ı kendi dillerinde okumaları gerekir. Bu insanların, Arapça Kur’ân’ı anlamadan tekrar etmeleri yerine onun, kendi dillerindeki doğru anlamını düşünedüşüne okumaları çok daha iyidir.

Haberin Devamı

Gaye, Kur’ânkelimelerini tekrar etmek değil, onun mânâsınıanlamak ve okunan Kur’ân’agöre hareket etmektir. Sahâbîler,Peygamber’den duydukları âyetlerinmânâsınıanlamadan başka âyetleregeçmezlerdi. Abdullah ibnMes‘ûd: “Biz on âyetöğrendiğimiz zaman onların anlamlarını ve nasıl uygulanacağını bilmeden başka âyetleregeçmezdik” demiştir (İbnKesîr, Tefsîr: 1/4). Hiç anlamadan Kur’ân’ıbirkaç günde hatmetme yerine, anlayarak günde yarım sayfa, bir sayfa okumak daha iyidir.

Kur’ân insan sözü değil meleğin vahyidir

Yûnus: 51/37-38. âyetlerde Kur’ân’ınuydurulacak bir söz olmadığı; ondan kuşkusu olanların, bütün yardımcılarıyla işbirliği ederek ona benzer bir sure getirmeleri; Hûd: 13-14’ncü âyetlerdede Kur’ân’ainsan uydurması diyenler, ona benzer getirmeğe dâvetedilmekte; Kur’an’ın, Allah’ın bilgisiyle indirildiği vurgulanmakta; İsrâ: 88) âyetindede insanlar ve cinler bir araya toplanıp birbirilerine yardım etseler yine Kur’ân’ınbenzerini getiremeyecekleri vurgulanmaktadır. Peygamber(s.a.v.)in en büyük mu‘cizesi Kur’ân’dır. Kur’ân’adenk bir mu‘cizeyoktur. Bundan dolayı Peygamber’den çeşitli mu‘cizeler isteyenlere: “Kendilerine okunan Kitâb’ısana indirmemiz, onlara yetmedi mi? Şüphesiz inanan bir toplum için bunda bir rahmet ve öğüt vardır” (Ankebut: 50-51) şeklinde cevap verilmiştir. Kur’ân, gönüllere şifâveren (İsra), meskenet içine düşmüş topluma hayat veren ruhtur: (Mü’min: 15), (Şûra: 52)

Haberin Devamı

Altının değerini ancak sarraf anlar
Hocam, vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonunda da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.
Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der, benim semerlere iyi süs olur. Bundan ‘kaş’ dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”
Son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?
Kuyumcu: Ne istiyorsan veririm.
Öğrenci, “Hayır veremem” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar:
“Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”
Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.
Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.
Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir:
“Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri, bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...
... “Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan” ..

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR