Kur’ân’da aklın yeri (3)

Haberin Devamı

DÜNDEN DEVAM

Ebu Müslim ve Kadi Abdulcebbar’a göre akıl Allah’ın varlığını, O’na hizmetin iyiliğini, zulmün kötülüğünü anlayabilir. İşte insanların başlangıçtaki dini, böyle akıldan çıkmış bir dindi, herhangi bir peygamberin getirdiği şeriattan alınmamıştı. Çünkü ayetteki en-nebiyyin kelimesi umum ve istiğrak ifade eder. Baase (gönderdi) kelimesinin başındaki “ba” da terahi (sonralık) manası taşır. “Sonradan Allah peygamberleri gönderdi” demektir. Bu söz, peygamberlerin, insanların bir tek ümmet olduğu çağdan sonra gönderildiğini ifade eder. Demek ki o çağda insanların dini, herhangi bir peygamberin şeriatından alınmamıştı. İnsanlar, akıldan doğan bir din üzerinde anlaşmışlardı, sonradan çeşitli nedenlerle ayrılığa düştüler.

“Peki, insanların evveli Adem de peygamber değil miydi?” sorusuna Kadi şöyle cevap veriyor: “Muhtemeldir ki Adem, önceleri evladıyla birlikte akıl dinine bağlıydı. Sonraları Allah onu kendi çocuklarına peygamber gönderdi. Kendisinin vefatı üzerine şeriatı ortadan kalktı, insanlar tekrar akıl dinine döndüler.” Hz. Adem halife yapılmış, Tanrı’dan ilham alacak düzeye getirilmiş insandır. Kur’ân, Allah’ın Adem’e direkt verdiği emirlerden, ona hitabından söz eder.

Kanaatime göre bu bağlamdaki konuşma, Allah’ın Adem’in içine doğurduğu yönlendirici düşüncelerdir. Fakat bu, Adem’in Allah’ın hitabını duyma biçiminde de olabilir. Bu anlamıyla Adem’e, gizliden haber alan bir insan olarak nebi (peygamber) de denilebilir. Ama Kur’ân, vahiy peygamberliğini Nuh ile başlattığına göre (Şûra 62/13, Nisa: 98/163), ilk din ve yasa koyan peygamber Nuh’tur.

Adem’in dini akılla, içine doğan düşüncelerle oluşan birtakım ilkel toplum yasaları, doğal kurallar olmalıdır.

Kur’ân, Adem’e vahyedildiğinden söz etmediğine göre Adem, kendisine vahiyle şeria verilmiş bir resul değildir.

Adem’in yönettiği az miktardaki insan topluluğu, yaşantıları basit, ihtiyaçları az, ilkel insanlardı. Adem’e Allah’a iman esasına dayalı fakat ilkel toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak basit akıl kuralları ilham edilmişti. Zamanla insanların sayıları ve ihtiyaçları arttıkça kin ve haset duyguları belirmeye başladı, anlaşmazlıklar çıktı. İnsanlar, atalarının asude yolundan saptılar, çeşitli güçlere tanrılık atfettiler, ayrı ayrı milletler doğdu, ayrı ayrı inançlar türedi. Kavgalar, nizalar başladı. İnsanları huzura kavuşturmak, hak yola sokmak için peygamberler gönderildi. O günden bugüne Hak ile batılın mücadelesi sürüp gitti. İlk insanların uydukları kurallar, ister doğal akıldan, sağduyudan çıksın, ister peygamberin vahyi olsun, evrenin yaratıcısına iman ve O’na itaat esasına dayalıydı. İşte bu inanç sisteminin adı İslâm’dır ve ilk peygamberden bu yana yegane hak yol, İslâm’dır. Kur’ân, inancın sağlam düşünceye, akla ve delile dayalı olmasına önem verir. Birçok ayetin sonunda bunların, iyi düşünen sağduyu sahiplerine kanıt ve ibret olduğunu vurgular. Bunları, onların anlayacağını ama düşünmeyenlerin, yanlış inançlarını sürdüreceklerini belirtir.

DİĞER YENİ YAZILAR