Hakikat-i Muhammediye tezi, bütün yaratıkları, ilk defa yaratılmış bulunan Hz. Muhammed’in bir açılımı görür. Nur-i Muhammedi tezini ilk defa ortaya atan Sehl ibn Abdillah et-Tüsteri, Allah’ın, ilk olarak Hz. Muhammed’i, kendi nurundan yarattığını ileri sürmüş (Tefsirul-Kur’ân, s. 15, 62) fakat Hakikat-i Muhammediye kavramından açıkça söz etmemiş ve bunun bir yaratma sebebi olduğunu söylememiştir. Hakikat-i Muhammediye görüşü, Muhyiddin ibn Arabi ve Abdulkerim Cili tarafından “Vahdet-i Vücud (Varlık Birliği)” düşüncesinin temeli yapılmıştır. Arabi’ye göre varlık, bir tek hakikatten ibarettir. Çeşitlenme ve çoğalma, dış duyuların oluşturduğu zahiri (görünsel) bir şeydir. Allah mutlak (kesin, gerçek) varlıktır. O’nun varlığının sebebi yoktur. O, kendi zatiyle vardır. O’nu bilmek, varlığını bilmektir. Zatının hakikatini bilmek mümkün değildir.
Allah ezelde vardı ve kendisiyle beraber hiçbir şey yoktu. Âlemi yaratmak isteyince kendinde mevcut ve her şeyin aslı olan; kadimle kadim, muhdesle muhdes sıfatını kazanan külli hhakikate, Allah’tan heba denen bir hakikat tecelli etti (taştı, göründü). Bu, tıpkı yapılacak binanın, kağıt üzerine planını çizmeye benzer. Sonra Yüce Allah, kendi nuruyla o hebaya tecelli etti (filozoflar buna külli heyula derler). Bütün âlem, bilkuvve (potansiyel olarak) bu hebada vardı. Hebada bulunan her şey, gelen bu tecelli nurunu kendi istidadına göre kabul etti. Bu nuru en çok alan da hebada bulunan Hakikat-i Muhammediye idi. Buna akıl da denir. Böylece ilk varlığa çıkan şey, akıl yani Hakikat-i Muhammediye oldu. Bu suretle Allah’ın tecellisinden (görüntüsünden) heba ve hebanın tecellisinden (görüntüsünden) evren oluştu.
“Abdulkerim Cili, Allah’ın en mükemmel biçimde yarattığı Hz. Muhammed’i, cemal ve celal sıfatlarına mazhar kıldığını, cennetle cehennemin, onun iki yönü olduğunu söyler (el-İnsanul-Kâmil: 2/29-48). Mevlânâ Celaleddin-i Rumi de Hakikat-i Muhammediye’yi anlattıktan sonra, Hz. Peygamber’in, Cebrail’den çok büyük olduğunu belirtmek için ‘Ahmed, eğer o ulu kanadını açsaydı Cebrail ebede kadar dehşet içinde kalırdı’ der” (Mehmed Demirci, Diy. V. İsl. Ans). Bunlar şairane, lirik, duygusal ifadeler olmakla beraber ne Kur’ân’dan ne de sağlam sünnetten bir delile dayanır. Tam tersine Kur’ân, Hz. Muhammed’in, Cebrail’in yönetiminde olduğunu vurgular. Necm Suresi’nin ilk ayetleri bunun tanığıdır. İnanç lirik ifadeler üzerine değil, Kur’ân temeli üzerine bina edilmelidir. L. Massignon’un da belirttiği gibi Sünni mutasavvıflar arasında bu düşünce III. (IX) asırdan itibaren ortaya çıkmış ve sonra yavaş yavaş halkın inancına egemen olmuştur (Bkz. L. Massignon, Recueil, 1929, s. 34, nr. 39 ve s. 39).
Hakikat-i Muhammediye
Haberin Devamı