SORU: Dihlevi’nin “El-Fevzul Kebir Fi Usulit Tefsir” adlı eserinin çevirisinden anladığıma göre ben boşuna okumuşum, yazdığınız meali siz de boşuna yazmışsınız. Çünkü ilk Arap nesillerine göreymiş bu eylem. Kafam karıştı. Yardımınıza ihtiyacım var. Çeviri şöyle: “Bilinsin ki muhkem, dili bilenin, kendisinden ancak bir tek mana anladığı kelamdır. Bu anlamada muteber olan ise ilk Arap nesillerinin anlamasıdır, yoksa zamanımızın tetkikçilerinin anlaması değildir. Çünkü boş tetkik, şifası pek müşkül öyle bir hastalıktır ki, muhkemi müteşabih, malumu da meçhul yapar.” (İsmail Uysal)
CEVAP: Bu kitabı tercüme eden Türkçe’yi bilmeyen biriymiş. Bu çeviri hatasından dolayı sözü yanlış anlamışsınız. Dihlevi diyor ki: Kur’ân kelime ve cümlelerinin manası, ilk hitap ettiği toplumun o sözlerden anladığı manadır. Yani Kur’ân’ın ilk muhatapları Kur’ân ayetlerinden ne anlamışlarsa işte o anlam, o mana asıl kastedilen manadır. Sonradan çıkan bazı kişilerin, yeni birtakım akımların etkisinde kalarak Kur’ân ayetlerine yükledikleri mana, asıl Kur’ân’ın kastettiği mana değildir.
Bu sözün neresi yanlış? Elbette Kur’ân, ilk muhataplarının diliyle yani o zaman konuşulan Arapça’nın ifade ettiği manalarla insanlara mesaj vermiştir. Mesela “namaz kılın” demiştir. Araplar salat (namaz), rükû (eğilme) kelimelerinin manasını biliyor ve namaz kılın ayetinin manasını anlıyorlar ve bu emri uyguluyorlardı. Ama sonradan bazı kişiler çıktı, dediler ki: “Kur’ân’da namazın anlamı duadır, hareketli namaza gerek yok. Gönlü Allah’a bağlamak ve Allah’ı düşünmek namazdır.”
Böyle deyip namazı bıraktılar. Yine yeni gelen bazı kişiler dediler ki: “Oruçtan maksat da susmak, kötü söz konuşmamaktır. Öyle ise aç kalmaya gerek yok. Dilimizi kötü konuşmaktan korursak oruç tutmuş oluruz.” İşte bu gibi yorumlarla Kur’ân’ın esas hükümlerini geçersiz hale getirdiler. Kimileri de Kur’ân’da şimdi olduğu gibi şifreler, tılsımlar aramaya kalktılar. Yahut Kur’an’da fizik formülleri aradılar, birtakım mantık oyunlarıyla istedikleri manayı Kur’ân’a yüklediler. İşte bu tür yorumlar hep çarpıtmadır. Kur’ân’ın amacı bu değildir. Kur’ân’ın amacı hitap ettiği halkın anladığı manadır. Namaz kılın, oruç tutun, içki içmeyin, kumar oynamayın, Allah’ı anın, ana babaya iyilik edin.
Bunları yapmayanlar günah işlerler. Bu da cehenneme gitmelerine neden olur. Cehennem, Kur’ân’da anlatılan ateş dolu cezaevidir. Onu da başka türlü yorumlamak çapıtmaktır. Kur’ân’ın Arapça’daki anlamından başka anlamlar, yani temel anlamını boşa çıkaracak, geçersiz kılacak tüm anlamlar çarpıtmadır, Kur’ân’ın amacına aykırıdır. İşte Dihlevi bunu anlatmak istiyor. Bu doğru değil mi? Şimdi günümüzden örnek verelim: Atatürk’ün nutku vardır. Bu nutukta anlatılanlar, o tarihte yaşanan olaylardır. Şimdi o olayları atlayıp da hiç Atatürk döneminde olmayan şeyleri sanki Atatürk nutkunda söylemiş gibi nutka yüklemek de çarpıtma değil midir? Dihlevi, Kur’ân’ı çarpıtmaya kalkışan birtakım akımlara karşı insanları uyarmaktadır.
Dihlevi neyi kastetmiş?
Haberin Devamı