‘Yeni medya’ diye bir laf var, duydunuz mu hiç?
Ben bu aralar sık duymaya başladım...
Yeni medya...
Değişen dünyanın değiştiği gibi değişen, dönüşen, küflenmiş, örümceklenmiş tüm parçalarından kurtulan, onurlu, işini iyi yapan bir medya olmalı yeni medya diye düşündüm...
Sonra ‘tamam değişiyoruz ama abartmayalım, çok da hızlı yapamıyoruz bunu, böyle bir yeni medya henüz kurulmadı’ diye geçirdim içimden.
Bütün bunları, twitter’da ‘’Yeni medya’ ile ‘eski medya’ arasında nasıl bir fark var Sanem Hanım sizce” diye soran bir arkadaşın sorusundan sonra düşündüm...
Ama anladım ki o yeni medya derken aslında hükümet yanlısı olan gazeteleri kast ediyormuş?
‘Onlar pek bir yenilik getiremedi medyaya’ dedim cevap olarak...
‘Hatta bunu denemediler bile bence’ dedim...
Twitter’da bana yeni medyayı soran arkadaşın kastettiği medya okuyucuyu memnun edemedi bence...
İsimleri ‘yeni’ ama kendilerini tıpkı eski medyadakiler gibi manasız bir önemseme içindeler.
“Eskiler” orduya toz kondurmazdı, bunlar başbakanlarına laf söyletmiyorlar.
Aynı kutsallaştırma hastalığı.
Başbakanı herhangi bir konuda eleştirmek yerine bir kulaklarını kesmeye razı olurlar.
Yeni medyada başbakanla ilgili neredeyse bir tek eleştiriye bile rastlanmıyor.
Aralarından bazıları kendileri eleştirmedikleri gibi başkalarının eleştirmesine de karşı çıkıyorlar.
Başbakanı eleştiren gazetecileri eleştiren gazeteciler bunlar.
Güçlüden yana olma isteği de, eski medyanınkiyle aynı.
“Peki, bunların neresi yeni” diyeceksiniz.
Eskiler, “Çok yaşa paşam” diye bağırırlardı, bunlar “Çok yaşa başbakanım” diye bağırıyorlar.
Yenilik, paşanın yerine başbakanı koymaları herhalde.
Bunların paşası da başbakan.
Yenilikleri bu işte.
Neden insanlarla, doğayla anlaştığı gibi anlaşamıyor ki insan?
Arabayla uzun yolculuk yapmayı sever misiniz?
Ben çok severim...
Özellikle arabayı ben kullanıyorsam daha da çok severim.
Araba kullanmak, yürüyüş yapmak, yüzmek, denize saatlerce bakmak, bir gölgede uzanmak, iyi bir film seyretmek... Beni her defasında tazeler...
Yine arabayla dört saatlik bir yolculukla tazelendim...
“Kayıp bir cennete” ulaştım.
Kimsenin sizi bulamayacağı bir koya, çok sade ama çok çarpıcı, çok basit ama çok kullanışlı, ilkel ama teknolojik bir ev yapmış bir arkadaşım...
Estetiğin ve cesaretin yarattığı, eşine pek rastlanılmayacak bir ev.
Arkadaşım da 59 yaşında...
Çok zevkli ve çok güçlü bir kadın...
Zeytin ağaçları arasında kendisine kendi elleriyle bir cennet kurmuş...
Ağaçları kesmemek için uğraştığından evin, verandanın, sağın solun ortasından ağaçlar geçiyor...
‘Seni gizli mabedime götüreyim ama kayalara tırmanabilir misin?’ diye soruyor.
Tavus kuşları dolaşıyor ortalıkta.
Oklu kirpi geçenlerde - bir Kızılderilinin bu kadar güzel oku yoktur, parlak, kahverengi beyaz, el yapımı muntazamlığında- okunu Atik’e (köpeği) fırlatmış...
Tavus kuşları yavrulamış...
Zeytinleri kime toplatacağın çok mühimmiş, dışardan adam getirirsen komşu köylüler darılıyormuş...
Nasıl dinç, nasıl güzel gözüküyordu arkadaşım, nasıl gerçekti anlattıkları...
İnsanların şehirlerden, aslında insanlardan neden kaçtığını onu görünce anladım...
Neden insanlarla, doğayla anlaştığı gibi anlaşamıyor ki insan?
Neden oklu kirpinin oku, tavus kuşunun tüyü, zeytin ağacının gölgesi kadar güzel, doğal ve sorunsuz olamıyoruz hiçbirimiz?
Herhalde oklu kirpi ya da tavuskuşu olmadığımızdan.
İnsan denen yaratık sorunlu bir yaratık.
Benim arkadaşım gibi olanlar, bir zeytin ağacının gölgesi gibi sorunsuz, doğal, sade ve güzel olanlar...
Onların sayıları çok az.
Onların bahçesinde tavus kuşları dolaşıyor...
Evlerinin içinden ağaç geçiyor.
Ve onlar, bir ağaç için bir evi, sade bir içtenlik için bir hayatı yeni baştan kurabiliyorlar.
Genç yaratıcı bir ressam... Eliff Karadayı
Bu hafta içine arabayla Bodrum Mazı’ya gelmemim bir sebebi daha vardı, Bodrum Torba’da Casa Del Arte otelinde Eliff Karadayı sergisi vardı...
Ama bu cümle Bodrum’da bir resim sergi var dışında
pek birşey anlatmıyor, Elif’i tanımazsanız...
Elif 29 yaşında... İlk sergisini 20 yaşında açan genç bir
ressam... Çılgın, dolayısıyla çok yaratıcı genç bir kadın...
Çağdaş Türk ressamlarının en bilinenlerinden biri olacak
diyor resimden anlayanlar...
Koleksiyonerler için geleceğin sayılı ressamlarından biri o...
Şimdiden resimleri koleksiyonlar için alınıyor...
Çok enerjik... Sanki insanın içinden aniden fırlayan
duyguları,düşünceleri tuvaline yapıştıran biri o...
Resimleri rengarenk ...
Kendi de öyle... Hızlı hızlı konuşan, simsiyah gözlü, hassas, renkli bir kız çocuğu...
Ben Elif’i Yandı Bitti Kül Oldu sergisiyle tanıdım...
2009 yılıydı... İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’ndeydi...
Mobilyalar yapmıştı...
Yaptıklarına isimler vermişti...
Hu hu koltuğu, komşu komşu kanepesi, inci boncuk yastığı, sana bana şifonyeri, dağa kaçtı bisikleti, inek içti buzdolabı, balta nerede dolabı, suya düştü dresuarı, ağaca çıktı masası...
Bir ‘deli’ye rastladığıma emindim...
Ama iki yıl sonra, bu yıl tanıştık anca..
Yetenekli olduğu kadar ‘deli’ biriyle de karşılaştım gerçekten...
Onu keşfedin...
Bu yılki sergisinin adı Backdrop... 13 yeni resim var...
Keşfederseniz vazgeçemeyeceksiniz, eminim...
Renkleri, o kocaman resimleri... Bir de tanısanız o
hikayeleri... Sizi öyle içine alacak ki canınız resim yapmak isteyecek...
Ben şu an Eliff’le boya yapıyorum...
Yan gözle yarattığım maviye bakıyor...
Siz de onun yarattıklarına bir bakın...
Renklerini seveceksiniz...