Yarın kırk yaşıma basıyorum.
Yüzümde tek tek beliren çizgiler, arkamda bir geçmiş bıraktığımı söylüyor bana her baktığımda...
Gençliğin bittiği yaşa geldim.
En şaşırtıcı gerçeklerin en basit gerçekler olduğunu fark ediyorum artık...
Dedemin bir yazısını hatırlıyorum, “Daha dün kırk diyorduk, bugün kırk bir diyoruz, freni koptu meretin” diye yazmıştı.
O bunu yazdığında ben daha doğmamıştım.
Ben bunu okuduğumda 18 yaşındaydım.
Bugün ben bu yazıyı yazarken kırkıma basıyorum.
Şimdi, frenin zaten kopmuş olduğunu düşünüyorum.
Dışarda mayıs güneşi var.
Şansıma mayısın mayıs olduğunu hatırladığı bir gündeyiz.
Radyoda gençliğimin parçaları çaldı demin...
Dans etmeyi sevdiğim günleri hatırladım.
Otobüslerde kitap okuyarak yaptığım yolculukları...
Babamın tembel bir öğrenci olduğum için, üniversiteyi bitirmem için döktüğü dilleri...
İlk aşkımı, ilk aşkın gözyaşlarını hatırladım.
Kaybettiğim sevdiklerimi özledim... Babaannemi... Berke’yi...
Annemin güzelliği dillere destandı. Sokaktan bir geçer, bütün herkes ona bakardı.
Onun gibi olmak isterdim.
Yeşil eteğini, inci küpelerini hatırladım.
Gençtim.
Ve genç olmaktan memnun değildim. Onu hatırladım.
Nasıl da huzursuzdum!
Büyümenin en güzel tarafı bu zaten, artık gençliğinde olduğu kadar huzursuz olmuyor insan...
Şimdi yaşlanacağım yavaş yavaş...
Kırk yaşıma kadar yapmak istediklerimin ne kadarını yaptım acaba?
Acaba hayatı daha iyi yaşayabilir miydim?
Aslında daha iyinin ne olduğunu bilen kimse var mı, onu da bilmiyorum...
En sevdiğim işi yapıyorum.
Yazı yazmak istiyordum, kırk yaşıma yazı yazarak giriyorum.
Bütün ömrümce yazıyı çok sevdim.
Bir sürü eksiğiyle güzel bir kırk yaş başlangıcı yaşıyorum.
Hayatı yazılardan ve aşklardan öğrendim. Ne kadar öğrendiysem artık.
Gençliğimin bitmez sandığım aşklarını şefkatle hatırlıyorum şimdi...
Sevdiğim insanları düşünüyorum, çoğu kim bilir nerede...
Saçlarımda beyazlar arttıkça şefkatim de artıyor insanlara sanki...
Özlüyorum hayatımdan gelip geçen herkesi...
Bir-iki haftaya kadar yaz gelecek diye umuyorum.
Sonra yaz bitecek, sonbahar başlayacak.
Yağmurlar...
Hayat devam edip gidecek böyle işte...
Zamanın ne kadar çabuk geçtiğini gittikçe daha iyi anlıyorum.
Hayatı bilgisayar tuşlarının arasında öğütüp duracağım.
Herkesin de hayatını kendince öğüttüğünü daha iyi bileceğim.
Bir de Leyla’nın büyümesini izleyeceğim.
Bunu umuyor ve diliyorum.
Kızımın ağır ağır büyüyüşünü ağır ağır yaşlanarak izlemek.
Sanırım en fazla bunu istiyorum şimdi hayattan.
Bugün Anneler Günü...
Ben kırkıma basıyorum...
Ve Malarme’nin dizeleri aklımdan geçiyor:
“Ten hüzünlü heyhat...
Ve okudum bütün kitapları...”
Ben sordum, CHP’li Umut Oran yanıtladı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran‘la buluştuk geçen gün...
Onunla röportaj yaptım, önümüzdeki günlerde yayınlanacak.
İki saatten fazla konuştuk.
Aslında hayli enteresan bulduğum bir siyaset hayatı hikayesi var Umut Oran’ın...
CHP örgütünden gelmiyor Oran.
2008’de Deniz Baykal davet ediyor partiye gelmesi için, daha dört ay geçiyor, nisan ayındaki Genel Kurul’da genel başkan adayı olarak Baykal’ın karşısına çıkıyor.
Kazanamıyor...
Sonra delegelerle ilişkilere, parti içinde çalışmalara devam ediyor ve Kılıçdaroğlu Genel Başkan seçildiğinde genel başkan yardımcısı oluyor.
Ona sordum:
-Aslında yaptıklarını beğenmediğiniz birinin teklifini kabul ederek partiye girmişsiniz, öyle değil mi? Beğenseniz dört ay geçmeden genel başkanın değişmesi gerektiğine, üstelik de sizin daha yapacağınıza inanarak seçime girmezdiniz. Niye yaptıklarına ikna olmadığınız birinin teklifini kabul ettiniz. Önceden bildiğiniz birşey mi vardı?
Ve ekledim:
-Aklı başında, genç ve iyi yetişmiş olduğunuz belli, neden siyaset yapmak istiyorsunuz? Yalan söylemek zorunda kalmak canınızı sıkmıyor mu?
-Aile sigortası ve askerliğin kısaltılması halk tarafından çok tutulan projeler oldu, bunları gerçekten yapacak mısınız?
-“Tayyip Erdoğan insan olmaktan çıktı, hırs makinası oldu” diyorsunuz. “Halktan koptu” diyorsunuz. Belki de haklısınız. 8 senelik tek başına bir iktidar insanı hastalandırıyor belki de... “Herşeyi ben bilirim” diye düşündürüyor insana. Ama CHP de bütün halkı kucaklamıyor. Ergenekon’a inanmış, çözülmesini isteyen pek çok insan var. Genel başkanınız “Ergenekon yoktur” diyor, “Herkes suçsuzdur” diyor, aday yapıyor. Bu, Tayyip Erdoğan’ın ‘herşeyi ben bilirim’ tavrıyla çok benzeşen bir tavır değil mi? Siz de birilerini yok saymak üzerine bir siyaset yapıyorsunuz,? Yanlışları düzelteceğiz deyip benzer başka yanlışlar yapıyorsunuz, haksızlık mı ediyorum böyle düşünerek?’
Cevaplar mı?
Hafta içinde yayınlanacak.
Umut Oran kibar, derdini iyi anlatan bir siyasetçi...
İnsanı umutlandırıyor. CHP belki de gerçekten değişebilecek.
İstanbul Modern Sanat Müzesi, Anneler Günü dolayısıyla bugün ücretsizmiş. Anneler Günü’nü çocuklarıyla müzede eğlenerek, yeni şeyler öğrenerek geçirmek isteyen anneler ve çocukları için harika bir fırsat.. “Yeni Yapıtlar, Yeni Ufuklar”; sanat, doğa ve teknoloji ilişkisini ele alan dijital medya ve videolardan oluşan “Kayıp Cennet” ve geleneksel Çin resmi estetiğinin yeniden yaratıldığı “Yao Lu’nun Yeni Manzaraları” başlıklı sergiler var şu anda. Gün boyu “Zamane Kahvesi”nin katkılarıyla kahve ikramı yapılacak, saat 13.00 ve 16.00’da uzman eşliğinde sergi turları düzenlenecekmiş. İstanbul Modern Sinema’da Fransız sinemasının ünlü yönetmenlerinden Olivier Assayas‘ın Irma Vep, Yaz Saati ve Sil Baştan filmleri gösterilecekmiş ve İstanbul Modern Mağaza‘da tüm ürünlerde yüzde 15 indirim varmış.
Anneler gününüz kutlu olsun...
Tuna Kiremitçi geçmişi mi özledi?
Tuna (Kiremitçi) yeni kitap yazmış.
Dün Ayşe Arman‘la yaptığı röportajı okudum.
Çok şaşırdım. Neden mi?
Yaklaşık iki sene önce Tuna ilk filmini çektiğinde röportaj yapmıştım onunla. Ondan çok kısa bir süre önce de Vatan‘daki köşesinde roman yazmayı bıraktığını açıklamıştı Tuna.
Sormuştum, o da bana demişti ki:
“Yazmayı istediğim herşeyi yazdım. Bitti. Sadece roman yazmak için roman yazamam. İstemiyorum. İstediğim romanları yazdım. Belki 15 yıl sonra aklıma süper bir fikir gelir, yine yazarım. Romancı olarak hayatıma devam etmek istemiyorum. Türk edebiyatına böyle katkıda bulunmak istiyorum.”
Ben ona yine sormuştum:
“Sen genelde, tamamen sana ait duyguları kaleme alan bir yazarsın. Anlatmak istediğin acın mı bitti, yoksa yönetmen olmak o acıları mı tamir etti de yazacak bir şey kalmadı?”
O da demişti ki:
“Ben kendimin dışındaki şeyleri anlatacak biri değilim. Onu yapamam sanırım. ‘Freud’yen bir açıyla bakacak olursak yazıyı neden bıraktığıma, her zaman babam beni yazıya itmişti, babamı kaybettikten sonra özellikle, onu devam ettirmek gibiydi yazı benim için. Ona doyamadığım için, hem erken öldü, hem kendi sorunları vardı, ölümünü kabul edemedim. Şu anda babamdan çok bağımsız bir şey yapıyorum kendi istediğim sinemaya geçtim, artık babamla vedalaşabilirim demek bu. 36 yaşında artık kendi istediğim hayatı yaşıyorum. Kendi istediklerimi yapıyorum. Geçmişle ilgili hiçbir sorunum yok artık. Onları çözemeyeceğimi kabullendim. Yazıyla ilgili ilişkimin değişmesiyle de oldu bu.”
Yeni kitabı Selanik’te Sonbahar bir aşk romanıymış.
Keşke Ayşe sorsaydı “Tuna geçmişi mi özledin?” diye...
Ha bir de Tuna, ulusal solcuymuş. Bu ne demek, merak ettim.
Tuna... Yeni kitabın hayırlısı olsun...