Haberin Devamı
Erdal Öz Edebiyat Ödülü Murathan Mungan’ın.
Bu haberi duyduğum sırada Murathan Mungan’ın yeni kitabı Aşkın Cep Defteri vardı elimde.
Olabilecek en hoş tesadüfle öğrenmiştim bu haberi…
Gülümsedim kendi kendime…
Bir kahve söyledim hemen…
Sonra bıraktım kendimi hayallerime…
Erdal Öz…
Ünlü yazar, babamın yayıncısı, dostu.
O şakacı, kendine güvenli, boğuk sesini duydum kulaklarımda…
Bana takılır, beni güldürürdü…
23 yaşında yazdığı Odalarda kitabı geldi aklıma sonra…
Nasıl sevmiştim okuduğumda…
Sevginin, cinselliğin, dostluğun, aşkın, nefretin birbirleriyle kesişip kesişip nasıl da biçim değiştirerek farklı yönlere aktığını anlatıyordu.
Sevdiği ve evlendiği bir kadın karşısındaki odada bir başka erkekle sevişirken kendi odasında acıyla kavrulan ama tuhaf da bir cinsel haz duyan kasabalı bir gencin yaşadıkları…
Ben de 22 yaşındaydım onu okuduğumda…
Babam söylemişti, ‘Erdal bunu yazdığında senin yaşındaymış’diye…
Erdal Öz, Odalarda romanını ilk 23 yaşında yazmış.
Sonra 35 yıl sonra tekrar elden geçirip, birçok yerini düzelterek yeniden yazmış…
Aynı romanı farklı yaşlarda farklı şekillerde iki kere yazmış yani.
Odalarda’yı okuduğum günler.
Erdal Öz’ün o sevecen güleç yüzü.
Sonra Murathan Mungan geldi…
O kibar gülümsemesi ve sanki söylemek istediği daha çok şeyler varmış da söyleyememiş gibi bakan gözleriyle…
‘Sana bir sürprizim var’dedi.
Aşkın Cep Defteri’ni açar açmaz anladım.
Kitap ‘Yazınca da geçmiyor’ diye başlıyor…
Hayatımın çok önemli bir dönemini ele geçirmiş, hâlâ ısrarla okuduğum, vazgeçemediğim, okumaya doyamadığım satırların kitabı ‘Yaz Geçer’e atıfla başlıyor yeni kitap…
Yalnız bir Opera…
Bilardo Topları…
Terastaki Havlu…
Kimbilir kaç kez, kaç ayrılıkta okudum bu Yaz Geçer’i…
Aşkın Cep Defteri de Terastaki Havlu ile karşılıyor sizi…
Ardından Bilardo Topları…
Kayıp Pena içinizdeki yaranın kabuğunu çarçabuk kaldırıyor daha 17. sayfada…
Tadını çıkararak okuyorum kitabı…
Yavaşca…
Yaralarımı korkusuzca açıyorum Murathan Mungan’ın satırlarına…
İsteyerek, bilerek kanayacağım her okuyuşumda.
Garson ‘ bir kahve daha alır mısınız” demese daha ne kadar öyle dünyayı unutmuş bir halde oturacaktım orada bilmiyorum.
Bir kahve daha söyledim ve başladım yazmaya:
Karşılık beklemeyen sevgilerden, ‘herkesten fazla sevme’ yarışlarından korkmalı bence.
Tuhaf bir başlangıç oldu belki de…
Yapamasak da şöyle “bir emir” olduğunu biliyoruz değil mi, “karşılıksız sev.”
Sevilmeyi talep etmeden sevenlerin sevgisinden değilse bile ruhlarındaki tehlikeli çatlamalardan, o sevginin zehirlenmesinden kuşkulanmamız gerekir…
Çünkü insan sevdi mi sevilmek ister.
Herkesten fazla sevenler herkese düşman olurlar sonunda.
Hatta sevdiklerine bile…
Yazarlar, insanı yazdıklarıyla savurabiliyorlar bir yerden bir yere.
Duyguları, düşünceleri insanın derininden gün yüzüne çıkartıyorlar.
İnsanın ruhunu sarsarken zamanı da yok edebiliyorlar.
Erdal Öz’ün adı beni yıllarca önceye,
Murathan Mungan’ın adı beni defalarca kanatan satırlara savurdu.
Öyle durdum bir an, öyle çok şey yaşadım ki o kısacık anın içinde.
“Yaz geçiyor”, hayat geçiyor, her şey geçiyor.
Yazılar kalıyor sadece geriye.
Yazarlar kalıyor …