Ve bir yanımıza hep ihanet ediyoruz...

Haberin Devamı

Bir iki gündür bazen hiç durmayacakmış gibi bazen de aralıklarla yağmur yağıyor.

Yağmurla kuşatılmış bir şehirde, peş peşe uzanan ıslak çatılara, kül rengi bulutlarla yalnızlaşmış pencerelere, küskün denize bakıyorum balkondan…

Benden başka kimse balkona çıkmıyor mu bu şehirde diye düşünüyorum bazen.

Öyle bir yalnızlık var yağmurun altında kalan balkonlarda…

Sokaklarda.

Oysa tam bir kış günü deniz kenarı havası var dışarda…

İnsanlar deniz kenarlarını güneşle seviyorlar…

Belki de bu yüzden küskün duruyor deniz.

Yağmurda balkona çıkmayan insanlara aldırmıyorum ben…

Huzurlu bir boşluğa bırkıyorum kendimi…

Bulutlu pencereler gibi kapanıp kendi içime tek başıma bir yolculuğa çıkıyorum.

***


İnsanın kendi kendisiyle konuşması hiç bitmiyor.

Belki de asırlardır ‘hayatla ilgili gerçek ne’ diye başlıyoruz ‘peki, şimdi ben kimim’ diye bitiriyoruz çoğu kendi kendimize konuşmayı.

Kaçsak gidecek yerimiz yok.

Kendi kendimizin tutsağıyız.

Ayaklanmış duygularımızın birbiriyle vuruştuğu bir savaş var içimizde.

Bir yağmurla…

Yağmur sonrası topraktan gelen o büyülü kokularla…

Açan güneşle…

Bir gülümsemeyle…

Bir gözyaşıyla başlayan, hatta çoğu zaman sebep aramayan başlamak için… Bir savaş var içimizde.

Birbiriyle çelişen birçok duygu, birçok istek birbiriyle dövüşüyor.

Bir yanımıza sahip çıktığımızda diğer yanımıza ihanet ettiğimiz bir savaş.

Balkondan yağmura bakıyorum.

İhanetsiz yaratılmayacak bir hayatın yükünü taşıyabilecek kadar güçlü müyüz diye, içimden geçiriyorum…

Ve kendi kendime soruyorum:

Ben acaba hangi yanıma ihanet ediyorum?

***


Bu cevabı bilinebilecek bir soru mu?

Sonra bunu düşünüyorum…

Siz biliyor musunuz hangi yanınıza ihanet ettiğinizi?

İhanet nedense başkasına yapıldığında varlığı güçlenen bir kelime gibi…

Oysa insanın kendisine ihaneti en büyük günah sayılmalı…

İhanet insanın kendisine yaptığında affedilmeyecek bir suç olmalı…

İnsan kendine ihanet etmemeli.

Ama bu nasıl mümkün olacak?

Bunun cevabını bulamıyoruz işte.

***


Geçmişe olan borcumuz, takıntılı halimiz, geleceği yaratma gücümüzü zayıflatıyor.

İlk ihanet orada başlıyor galiba.

Geleceği kurmakta kendimizi özgür hissetmediğimiz anda başlıyor.

Gelecek, geçmişin gölgesinden kurtulup kendi ışığını bizim istediğimiz biçimde bir türlü yaratamıyor.

İsteklerimizi, özlemlerimizi, heyecanlarımızı evcilleştiriyoruz.

Bir yanımızı alıp kafeslere tıkıyoruz…

Birbiriyle çelişen duygularımızla hırpalanıyoruz…

Ve sonunda bir seçim yapıyoruz…

Ve bir yanımıza hep ihanet ediyoruz.

***


Acaba kendimize ihanet etmeye mahkûm olarak mı doğduk?

Bunca çelişik duyguyu bir arada yaşarken kendimize ya da bir parçamıza ihanet etmeden bir yaşam kuramaz mıyız?

Peki binlerce yıllık o sorunun cevabı ne, ‘ben hangisiyim?’

Sahip çıktığım parçam mı yoksa ihanet ettiğim parçam mı asıl benim?

İçimizdeki bu savaş hep devam edecek galiba.

Bu yağmurlu gündeki sahipsiz balkonlar gibi bu sorular cevapsız kalacak.

Biz de o bitmez ihanetin acısını hep gizleyerek ama ondan hiç kurtulamadan yaşayacağız.

***


Bilmem, belki de

yağmurun yalnızlığı bana

bunları düşündüren…

Belki güneş çıktığında unuturum bu soruları.

Belki de unutmam…

Önce şu balkonlar bi kalabalıklaşsın da…

DİĞER YENİ YAZILAR