Baharı yaşayamadık. Yazın geldiğini de henüz anlayamıyoruz.
Huzursuz bir haziran ayı var dışarıda...
Ani sıcaklarla ani fırtınaların sık sık yer değiştirdiği bir mevsimden geçiyoruz.
Bazen hırçın, bazen uysal, bazen sessiz yağmurlar yağıyor.
Aşka da uygun, öfkeye de, bıkkınlığa da...
Boğaziçi’nin sırtlarına yayılmış korulara yuvalanmış erguvanlar, bu sene bir göründü bir kayboldu.
Uzaktan bakıldığında koyu pembeden mora doğru yayılan bir renk bulutu gibi dolaşırdı Boğaz’ın tepelerindeki yeşilliğin arasında... Bu sene, sonuna yetiştik ancak.
Güneş açtığında mayıs da bitmişti.
İki seneye yakın oldu ben twitter‘ı keşfedeli.
Twitter... Sosyal paylaşım sitesi...
140 harfle canınız ne isterse onu yazıyorsunuz. Kimin canı isterse onlar da bunu okuyor. Sizin canınız kimi çekerse siz de onları okuyorsunuz.
Çok eğlenceli...
Shaquille O’Neal basketbolu bıraktığını açıklıyor twitter’da. İlk bilen sizsiniz.
Demet Akalın Kral TV Ödül Töreni’nde ödül alamadığına çok kızıyor, ilk bilen sizsiniz.
Ahmet Hakan, Barlas ailesi ile kavga ediyor, o satırları ilk okuyan sizsiniz.
Egemen Bağış hükümete karşı yapılmış bir yoruma ilk cevabı buradan veriyor.
Ayşe erkek arkadaşıyla buluşuyor.
Ali kızdan ayrılıyor.
Hepsi twitter’da...
Ama bu eğlence çok kısa... Haziran ayı kadar huzursuz bir yer twitter.
Bu seneki erguvan zamanı kadar kısa eğlenceler.
Neredeyse her zaman hırçın yağmurlar.
Ne aşka, ne öfkeye, ne bıkkınlığa uygun.
Twitter, aldırmaz öyle mutlu anlara, esprili 140 harflere...
Genelde kavga ister.
İki kişi kendi arasında hararetli bile konuşma yapamaz, hemen ipler çevrilir, ring kurulur, taraflar belli olur, hakaretler başlar.
Ülkemizde herkes Atatürkçüdür ya... Bazıları daha Atatürkçüdür. Bazıları daha da Atatürkçüdür.
Ve en birinci kuvvettir Atatürkçülük alanında twitter...
En kanlı kavgalar, en galiz küfürler, en sıradan hakaretler Atatürk’ü çok seven Ak Parti düşmanlarıyla, eğlenmek isteyen, sadece kendi fikrini yazmak isteyen, genel ölçülere aldırmayanlar arasında olur.
Siz kavganın ortasında kalmadıysanız eğer, bunların dışında kendi hayatınızla ilgiliyseniz bile ‘Güneş açıyor, son erguvanı gördüm galiba’ diye yazmaya korkarsınız, çünkü sizi de kavgaya girmemekle suçlarlar.
Ve en sevdiğim vecize gelir hemen:
“Atatürk olmasaydı sen erguvanları zor görürdün.”
Bazen içinde olduğunuza çok utanırsınız, “Twitter’ı sevdiğimi hayatımın sırrı olarak saklamalıyım” diye geçirirsiniz içinizden.
Bazen de çok seversiniz.
Ben twitter’ı seviyorum.
Twitter’da yeni tanıştığım, çok hoş dostlarım var.
Aklı başında insanlardan çok şey öğreniyorum.
Siyah bir tahtanın üstüne, tebeşirle beyaz bir çizgi çekseniz... Bir tavuğun gagasını da beyaz çizginin üzerine bastırsanız...
Beyaz çizgiye bakmaya çalışan tavuk şaşılaşıp biraz sonra yorularak bayılır.
Twitter’daki içi boş, politik endeksli öfkelere sahip... Eğlenceye, erguvanlara, aşka, arkadaşlığa karşı... Kendisi dışındaki herkesi yanlış ve yasakçı bulan... Kara tahta üzerinde beyaz çizgiye bakan tavuk gibi burnunu dayandığı beyaz çizgi dışında hiçbir şeyi görmeyen... Kendi algısı dışındaki hayatı ısrarla inkar eden insanları anlamıyorum.
Twitter’ın beyaz çizgisi de iç politikadaki çekişmeler...
Bizler de gelişen dünyanın baygın tavukları gibiyiz twitter’da.
Çünkü o beyaz çizginin dışında bir dünya var olduğunu bilmiyor gibiyiz.
Üstelik her gün, her saat değişen bir dünya...
Twitter’a bakarsanız biz o dünyanın hiçbir yerindeyiz.
Gelişmiş dünyanın, en gelişmiş teknolojisinin içinde, o teknolojiyi yaratan dünyayı fark etmeden yaşıyoruz.
Hala 1923’ün kavgalarını yapıyoruz.
Burnumuz beyaz çizginin üstünde...
Twitter’a bayılacağımıza, twitter’da bayılıyoruz.
İnsan acıyor twitter’daki o koca dünyayı görmeyip sadece burnunu dayadığı beyaz çizgiyi gören öfkeli tavuklara.
Seçmen sayısında hile yapıldı mı?
CHP’li Bülent Tanla bir soru sordu:
“Seçmen sayıları dört yılda 10 milyona yakın nasıl arttı?”
Nasıl da vurucu etkisi var sorunun değil mi?
CHP şikayetçi olduğuna göre suçlanan AK Parti olmalı...
“Ak Parti seçmen sayısını fazlası mı gösteriyor, fazla oy mu kullanacaklar?” türünden endişeler sarıyor insanı.
Sonra, bir anlatışta çok hızlı anlayabileceğiniz, hiç karışık olmayan bir cevabı olduğu ortaya çıkıyor bunun...
O zaman başka bir endişeye düşüyorsunuz.
CHP bu cevabı bilmiyor mu ya da biliyorsa bilmemezlikten gelip oy almak için seçmenin aklını karıştırmayı mı tercih ediyor?
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Ali Em, seçmen sayısının 2007 yılında 42 milyon 571 bin 284, 24 Mart 2009 yerel seçiminde ise 48 milyon 49 bin 446 kişi olduğunu, aradaki farkın 5 milyon 478 bin 162 olduğunu, bunun da adrese dayalı nüfus kayıt sisteminden kaynaklandığını söyledi.
Adrese dayalı kayıt sisteminde artık siz gidip kayıt olmak için uğraşmıyorsunuz, 18 yaşını geçtiğiniz an seçmen kaydınız otomatik yapılıyor.
22 Temmuz’da hazırlanan seçmen kütükleri beyan esasına göre yapılmış.
2008 yılında ise ilgili kanunlarda değişiklik yapılarak adrese dayalı sisteme geçilmiş.
2007 ve 2009 yılları arasındaki 5 milyonluk fark bundanmış.
2009 yılında 48 milyon 49 bin 444 olan seçmen sayısı 12 Eylül’de yapılan halk oylamasında 49 milyon 495 bin 493 olmuş. Aradaki 1 milyon 446 bin 47‘lik fark 18 aylık artışmış.
12 Haziran’da yapılacak seçimde ise 50 milyon 189 bin 930 kayıtlı seçmen oy kullanacakmış.
Yurt dışında bulunan da 2 milyon seçmen varmış.
Her şey anlaşılır gözüküyor.
Ya da belki de değildir.
Peki o zaman böyle “Bir karışıklık var” diyenler, bu cevaba niye itiraz etmedi?
Benim de aklıma takılan soru bu...
Şarapla ilgili birkaç tüyo...
Şarap, masalarımıza çok sık gelen bir içkidir.
Siz içmeseniz bile şarap içilen masalara mutlaka rastlamışsınızdır.
Ata içkimiz rakıdan sonra şarap ikinci sıradadır sanırım bizim toplumumuzda.
Ama yine de ne şaraptan anlarız, ne hangi kadehte hangi şarap içilir, onu biliriz.
O yüzden bu bilgileri veren yazılara rastladım mı hemen okurum öğrenebilmek için.
Dün Radikal’de Oğul Türkkan şarap kadehlerini yazmış:
-Cabernet Sauvignon, Merlot, Boğazkere, Öküzgözü gibi Bordeaux kökenli aromalı şaraplar düz, ağzı daralmayan, boru gibi...
-Pinor Noir, Kalecik Karası gibi aroması narin olan Burgon kökenli şaraplar ise ağzı daralan, çapı ise geniş kadahlerde içilirmiş.
-Kadehler çaplarının en geniş olduğu noktaya kadar doldurulur.
-Beyaz şarap kadehleri küçük olur.
-Kadehte beyaz şarap varken şarap eklenmezmiş. Mutlaka kadeh bitecek.
Bu kadar bilgiye güzel bir şarap yakışır doğrusu şimdi...
Medya artık internetten ibaret!
Her yıl Cannes Lions’ta verilen “Yılın medya kişisi” ödülünü bu sene google‘ın CEO’su Eric Schmidt aldı.
Bu ödül yaratıcı iletişim sektörünün geleceğini belirleyen kişilere veriliyor.
Geçen sene facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’e, bir önceki sene de Microsoft CEO‘su Steve Ballmer’a verilmiş. Yaratıcı iletişim sektörünün geleceğini belirleyenler son üç senedir internet dünyası partonları...
Medya artık internet demek, sanırım...
Sanırım mı?
İlginç slogan: Salyangozlar kadar yavaşla
Bilmem gördünüz mü?
Emaar Türkiye, İstanbul’un dört bir yanına dev pembe salyangozlar yerleştirmiş.
Bebek, Nişantaşı, Bağdat Caddesi, Yeşilköy ve Bahçeşehir’de varmış.
Ben Bebek Park’a koydukları büyük ve küçük olanları gördüm.
Üzerine de düşünmedim, “Bunlar nedir?” diye...
“Şu sıralar Bebek Festivali var, bir çeşit süsleme herhalde” diye geçirdim aklımdan.
Fakat bambaşka bir amacı varmış.
“Yavaş Yaşam” konseptini yerleştirmek içinmiş.
1993’te Milano’da başlamış.
Pembe salyangozlarla bunu başarabilir miyiz bilmem ama yavaşlayalım.
Ben fikri sevdim.