Yıllardır bozuklukları hükümetlerin uygulamalarında ararız.
Haksız da değiliz...
Çok az hükümet bu ülkeyi daha iyi yerlere taşımak için uğraştı gerçekten.
Ama bizim ülkemizde çarpıklıkların çoğunluğunun şifresi devletin işleyiş biçiminin içinde saklı...
Birçok insan Türk devletinin Türkiye’yi nasıl yönettiği bilinmesin istiyor.
Her gün gazeteleri, sayısız ‘uzman’ köşe yazarlarını okuyoruz, televizyonlara bakıyoruz, politikacıları dinliyoruz ve gerçekleri öğreniyoruz sanıyoruz ama bu konuyla ilgili çok az şey anlatıyorlar bize.
Sanki kanmak ve kandırılmak konusunda herkes işbirliği yapmış gibi...
Aslında herkes her şeyi biliyor ama çoğu, devletin şifrelerinin kırılmasını istemiyor.
Neden?
Neden birbirinden hoşlanmayan insanlar, devlet dendiği zaman el ele hizaya geçiyor?
Bilmemizi istemedikleri şey ne?
Bence, bilmemizi istemedikleri şey, vatandaşın hiçbir önemi olmadığı ve paranın devletin içinde bir yerlerde bölüşülmeye çalışıldığı...
Hangi açıdan bakarsanız bakın Türkiye’nin çağdaşlaşabilmesi için ilk yapması gereken şey, devlet-vatandaş ilişkilerini yeniden düzenlemesi...
Bunun için de önce yeni bir anayasaya ihtiyacımız var.
Seçimlere çok az kaldı, hala yeni anayasa önerilerinden ses yok.
Sesin olmadığına dair de bir ses yok.
Hiç böyle sorunlar yokmuş gibi, necip basınımız da dahil olmak üzere büyük güçler, bunları unutmamız, dikkatimizin devlet-vatandaş ilişkisinin dışına çekilmesi için uğraşıyorlar.
Devletin şifrelerinin çözülmesini istemiyorlar.
Anayasa yenilensin istemiyorlar.
“İstiyoruz” diyorlar ama yeni anayasa yapılması, devletin çürümüş yerlerinin kesilip atılması için seslerini çıkartmıyorlar.
Oysa ki bu şifre çözülmeden, Türkiye’de kolay kolay yapısal bir değişim sağlayamayız.
Aslında... Bu büyük sorunun çözümüne çok az kaldı.
Sırları saklayan kasanın önündeyiz.
Önce o kasa açılacak, sırların çözülmesinden sonra da devletin yapısı çağdaşlaşacak.
Bütün dirence rağmen şifreleri çözecek akıl ve istek var bu ülkede.
Yeter ki bunun gereğini yerine getirecek cesaret olsun.
İşin aslını gören liderler, gereğini yapmaktan korkmasın.
Ne dersiniz, aklını cesaretiyle birleştirecek, gereken yerde korkmadan gerekeni yapacak liderler var mı bu ülkede?
Mizgin’e bakıp Kürt meselesini anlamak..
Bazen kitapları okumadan önce şöyle hızlı bir göz gezdiririm.
Tam olarak nasıl bir şey okuyacağımı anlamak isterim.
Bejan Matur’un yeni kitabı “Dağın Ardına Bakmak”ı da almadan önce kitapçıda hızlı bir şekilde sayfalarını çevirdim. Dağa çıkmayı seçmiş, ölümü göze almış olan insanların hikâyeleri, acıları, yaraları...
Kapağı çevirir çevirmez, önsözde hemen bir cümleye yakalandım:
“Yaşadığım asıl en büyük hikâye Kandil’e gittiğimde çocukluk arkadaşımı bulmak oldu. 19 yıl önce izini kaybettiğim ve kendisinden bir daha haber alamadığım arkadaşımla Kandil’de karşılaştım. Kod adı Mizgin.”
Mizgin...
Bu adı unutmam mümkün değildi...
Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, Kandil’e röportaj yapmak için gittiklerinde PKK’nın üst düzey yöneticileri Bozan Tekin ve Mizgin Amed’le görüşmüşlerdi.
Ahmet Altan döndükten sonra “Kandil’de bir gün” diye bir yazı yazmıştı:
“Odanın duvarları kalın yarıklarla dolu. Sol tarafımızda, önüne bir perde indirilmiş, içinde şilteler ve battaniyeler bulunan bir yüklük var. Sağ tarafımızdaki köşede tavana kadar yükselen formika bir dolap görülüyor, televizyonu ve video aletini o dolabın içine yerleştirmişler. Üstüne plastik çiçekler koymuşlar. Dolabın önünde, büyük otellerde görülen ayaklı küllüklerden biri duruyor. Sarı kabartmaları olan kırmızıya boyalı, aşırı süslü bir küllük. Orada ne aradığı, oraya nasıl geldiği belli değil. Onun yanında da bir sac soba yanıyor. Yerlere ince şilteler seriyorlar. Bağdaş kurup oturuyoruz.
Birden kapı açılıyor, içeriye Avusturyalılara benzeyen iki uzun boylu yakışıklı adamla, gözlüklü, esmer, kısa boylu bir kadın giriyor. Yeşil şalvarlar, yeşil yelekler giymişler. Adının daha sonra Bozan olduğunu öğreneceğimiz en öndekinin üstünde şık görünüşlü yeşil bir parka var, siyah motifli kalın yeşil bir şal dolamış boynuna. Görüntüsüne önem verdiği izlenimi uyanıyor bende.
...İki uzun boylu erkek, Bozan’la Adem kalkıyorlar, “Biz temas kurmaya çalışalım” diyerek çıkıyorlar. Mizgin bizimle kalıyor. Göğsünde Apo’nun bir resmi broş gibi takılı duruyor. PKK’nın en üst düzeydeki iki kadın yöneticisinden biri. Mizgin “müjde” demekmiş, bu arada onu da öğreniyoruz.
... bir ara Mizgin, “Burada asla buna izin vermeyiz” diyecek kadar keskinleşiyor ama sonra toparlanarak, “Tabii isteyen istediği gibi giyinir ama...” diye düzeltiyor. Anlaşılıyor ki aralarında türbanlı biri yok. Ve açıkça söylemeseler de aralarında türbanlı biri olmayacak.
Her üniformanın altında bir insan olduğunu biliyorum, karşılıklı olarak birbirini “düşman” olarak niteleyenler de birer insan. Düşmanın da insan olduğunu kavrayabilmek çok zor.
Ben o köy evinin kapısında PKK’lılar bırakmadım; aynı odayı paylaştığım, konuştuğum, şakalaştığım insanlar bıraktım.
Salih’i, Bozan’ı, Mizgin’i, Jiyan’ı, Roj’u, Adem’i bıraktım.”
Kandil üzerine çok konuşmuştuk babamla... Oradaki insanların psikolojilerini anlamak istemiştim, çok soru sormuştum.
Mizgin en çok merak ettiklerimden biriydi. Çünkü kadındı, çünkü üst düzeydeki yöneticilerden biriydi ve yıllardır dağdaydı.
Hemen Bejan Matur’un Mizgin’i anlattığı sayfaları çevirdim.
Onun anlattığı Mizgin başka bir Mizgin.
Bejan Matur’un çocukluk arkadaşıymış. Şimdi 40 yaşındaymış. Yürüyüşü değişmiş. Annesi Mizgin’i görmeye Kandil’e gelip bir hafta kalmış, hepsine patik örmüş. Beli çok inceymiş.
Bejan Matur sormuş, “Dağa giderken aklında ne vardı, ne düşündün?” diye... “Yol boyunca alacağım ismi düşündüm” demiş Mizgin.
“Müjde” demek olan Mizgin’i seçmiş, çünkü özgürlüğü müjdelemek istiyormuş.
Bejan Matur, “Konuşurken tepemizde dolaşan heronları düşünüyorum. Havan toplarını, savaş uçaklarını. Kandil’i bombalamak üzere Diyarbakır’dan havalanan pilotlar kimleri vurduklarını hiç bir zaman bilmeyecekler” diye yazmış.
Ahmet Altan “Her üniformanın altında bir insan olduğunu biliyorum” demiş.
Matur o insanları, insani bir sıcaklıkla anlatmış.
Şimdi sıra, bizim o insanları, insanca bir sıcaklıkla anlamamıza geldi bence.
“Annesi patik ören, ince belli Mizgin” neden dağa çıktı, niye ölümü göze aldı, hangi acı, hangi öfke onu oralara savurdu, bunları anlarsak, sanırım insanlara ait bir sorunu insanca çözmek için önemli bir adım atmış olacağız.
Kaç km. hızla şeytanlık düşünüyoruz?
Mümin Sekman, kişisel gelişim uzmanı... Yeni kitabı, “Herşey Beyinde Başlar”ı anlatmış gazeteye verdiği röportajda. Diyor ki: “Ortalama insan beyni 1.4 kilogram. Bunun da %80’i sudan oluşuyor. %20’lik katı kısmın ağırlığı 280 gram. Kafamızın içinde 100 milyar hücre var. Her biri 10 bin tanesiyle bğlantı kurarak çalışıyor. Düşünceler kafamızın içinde saniyede 120 metre hızla dolaşıyor. Yani saatte 400 km. hızla şeytanlık düşünebiliyoruz.” Bu arada 13-19 Mart arası Beyin Haftası’ymış. Hepinize kutlu olsun.