Turgut Özal’ın ölümünde ‘sürpriz’ tanık

Haberin Devamı

Cuma gecesi sabaha karşı 03.00’e kadar NTV’de Can Dündar’ın “Cumhurbaşkanı Özal: Bir ölümün anatomisi” ismini verdiği programı seyrettim.

Semra Özal, Ahmet Özal ve Özal’ın öldüğü günün ulaşılabilen bütün tanıkları vardı programda.

İnsanlar birbiriyle çelişen çok şey anlattı o günle ilgili. Ama seyrederken bir an için bile aklım karışmadı nedense. Çünkü doğru takip edildiğinde bilgiler birbiriyle çelişmiyordu aslında.

Ahmet Özal da bunu çok iyi özetledi:

“Anlatılan herşeyin samimi olduğunu düşünüyorum ve inanıyorum, önemli olan bu anlatılanların hangi saat dilimi içinde yaşandığı...” dedi.

Çok doğruydu.

Sabah 09.30-10.00 arası köşkte birden bire yere yığılan Cumhurbaşkanı Özal’a, benim programdan anladığım kadarıyla 11.30’dan önce hiçbir tıbbi müdahale yapılmamış.

Hatta saat 12.00’ye gelirken anca doktorlarla buluşturulmuş Özal.

Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’ne o sabah aynı saatlerde eşiyle birlikte giden Hamza Yılmaz’ın sözlerine ben inandım.

Yılmaz, söylenenlerin aksine, Turgut Özal’ın hastaneye getirildiğinde sağ olduğunu, sedyede sürekli inlediğini ve kendisine yaklaşık bir saate yakın müdahale edilmediğini, korumaların “Doktor bulun, doktor” diye bağırdığını, ancak merhum Özal’ın oturur vaziyette sedye üzerinde tek başına bırakıldığını anlattı.

Bilgileri, aklı ve vicdanıyla birleştirmesini bilen biri, bu ölümün ardındaki sırrı kolayca çözebilir gibi geldi bana.

Artık konuşmayanların konuşma zamanı gelmedi mi?

Sırların yanında bir de insanın aklının almayacağı tuhaflıklar çıktı ortaya.

- Cumhurbaşkanı Özal’a yani Çankaya Köşkü’ne ayrılan fonun hükümet, yani dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından kısıldıkça kısıldığını öğrendik.

- Köşk’ün bazı masraflarını Özal ailesinin cebinden yaptığını öğrendik.

- Köşk’ün herhangi bir acil durumda müdahale edebilecek ambulansı olmadığını öğrendik.

- O sabah, Köşk’ün doktorunun birdenbire ortadan kaybolduğunu, evinde bile bulunamadığını öğrendik.

Can Dündar çok iyi bir program hazırlamıştı. Çok iyi yönetti.

Konuların konuşulmadığı, sadece insanların kavga ettiği programlara mahkûm olduğumuz şu günlerde, çok zevkle izlediğim bir program oldu.

***


Cemevi Başkanı böyle yaparsa...

Yavuz Donat’ın Berlin’de Alevi Kültür Merkezi-Cemevi Başkanı Doktor Yüksel Özdemir’le konuşmasını anlattığı yazıyı okudum geçen gün.

Duvarlarında Hazreti Ali’den, Yunus Emre’den sözler, şiirler, “hoşgörü” üstüne yazılar olan başkan Yüksel Özdemir, Yavuz Donat’ın “- Hoşgörüye bu kadar önem veriyorsunuz da, Mehmet Ali Erbil’i neden affetmiyorsunuz? Hatasını kabullendi, özür diledi.” demesi üzerine

“- Uçakta karşılaşırsam elini sıkar, hatırını sorarım ama kalbimde affetmem... Zira biz onu gönüllerde cezalandırdık.” demiş.

Yavuz Donat “- Peki, cezanın süresi?” ne kadar diyince de

“- Ömür boyu. Aleviler olarak ona artık ciddi bir sempati duymayız.” diye eklemiş.

Buna inanmak, anlamak gerçekten çok zor. Cemevi Başkanı’nın bu tuhaf katılığını,insanı ürkütüyor.

Mehmet Ali Erbil’in ismi önemli değil, yaptığı hatadan pişmanlık duymuş, özür dilemiş bir kişi.

Yüksel Özdemir, Mehmet Ali Erbil’e ‘aklını takacağına’ Hacı Bektaş Veli’yi hatırlasa, “İncinsen de incitme”den başlayarak... Alevi anlayışına daha uygun olmaz mı?

Alevilik; özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine ve zerresinden oluştuğuna inanan bir yol.

Aleviler, Mevlana’nın, Yunus’un, Hacıbektaş Veli’nin sözlerini benden çok daha iyi bilirler. Bildikleri de, gerçekten biliyorlarsa tabii herşeye yeter...

Ne demiş Mevlana:

“Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol...

Her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”

***


İçimizdeki düşman

Kutluğ Ataman’ın “İçimizdeki Düşman” sergisi, daha doğrusu retrospektif nitelikli ilk sergisi İstanbul Modern’de başladı.

Kutluğ Ataman çok da bilinen bir yönetmen değil sanırım Türkiye’de. Ya yaptığı işleri çok sevenler var ya da hiç bilmeyenler...

İsminin en çok hatırlandığı film, 2005’de çektiği “İki Genç Kız.” Perihan Mağden’in “İki Genç Kızın Romanı” adlı kitabından uyarlanmıştı. Ve Hülya Avşar oynamıştı filmde.

Ama sergisini gördükten sonra şunu söyleyebilirim ki, bundan sonra Kutluğ Ataman’ı bu sergiyle hatırlayacaksınız.

Eğer bayramda İstanbul’daysanız bu sergiye gidin.

Sergi Kutluğ Ataman’ın video ve enstalasyonlarından oluşuyor. 11 tane çalışma var.

Ben videolar kadar, sunuşundan da çok etkilendim.

Sakın cümle içinde geçen retrospektif, enstalasyon, Kutluğ Ataman kelimelerinden korkmayın.

Sergiye giderseniz sadece içinizdeki düşmanla karşılaşacaksınız o kadar...

***


Bu yarışmayı duydunuz mu?

Bloomberg HT kanalında, yeni seyretmeye başladığım bir program var: Dragons’ Den.

Türkçe anlamı, Ejder Mağarası.

Programı, İngiliz versiyonundan seyreden bir arkadaşım, ben programdan bahsedince çok heyecanlandı.

Meğerse dünyada çok bilinen, sevilen bir programmış.

Dragons’ Den 22 ülkede yayınlanıyor. Paranız yok, ama bir fikriniz varsa, hatta o fikrinizi küçük çaplı da olsa bir işe dönüştürmüşseniz, beş yatırımcı işadamının karşısına geçip size ortak olması için onları ikna etmeye çalışıyorsunuz.

Her şey gerçek...

Projenizi anlatıyorsunuz, beş gerçek yatırımcı konuyla ilgili sorular soruyor. Projeyi beğenirlerse yüzde 10 veya 50 oranında ortak oluyorlar.

Aslında Dragonlar’dan çok, girişim fikirlerini sevdim ben.

Çünkü çok çarpıcı olanlardan, tam bir Türk kurnazlığından ibaret olanlara kadar her çeşit projeyle gelen var.

O kadar çok başvuru ve ilgi varmış ki yakında, NTV’de de benzer bir program “Bir Fikrin mi Var?” başlıyormuş.

Dünyada 10 yıla yakın süredir yayınlanan Dragons’ Den’in formatı Japonya’dan geliyormuş. Formatı satın alan Sony, programın 22 ülkede yayınlanmasını sağlamış. Dragons’ Den’in bire bir çekildiği ülke sayısı ise on sekizmiş.

Türkiye ile birlikte bu sayı on dokuza’a çıkmış.

Dragons’ Den Türkiye’de Baybars Atuntaş, Gamze Cizreli, Yalçın Ayaydın, Alphan Manas, Nevzat Aydın fikirleri değerlendiren yatırımcılar.

Hepsi sıfırdan milyon dolarlara ulaşmış işadamları.

Google’da küçük bir araştırma ile kim ne yapmış hemen öğrenebilirsiniz.

Mesela, Nevzat Aydın yemeksepeti.com’u kuran kişiymiş.Ve daha otuz dört yaşındaymış.

Programda en sert ve hatta zaman zaman karşısındaki girişimci ile dalga geçen ifadelerle konuşan bir yatırımcı.

Yatırımcılar sunulan projelere eğer beğenirlerse gerçekten ortak oluyorlar.

Sanırım o yüzden biraz gergin ve kabalar. Zaman zaman girişimcilere karşı kullandıkları dili yadırgıyorum.

Ve genellikle çok zor beğeniyorlar.

Ama geçtiğimiz bölümde bugüne kadar hiç olmayan birşey oldu.

Poşet çay’ın sunuşunu ve tasarımını farklı hale getirmiş, yurt dışına küçük de olsa satış yapabilen genç bir yatırımcı bu işini geliştirmek için şirketinin %15’ini teklif edip yatırımcılardan para istedi.

Yatırımcıların dördü bu işle ilgilendi,beşinci Alphan Manas da “küçük yatırımcı olmak istemem” diyerek reddetti. Fakat girişimcinin ortaklık için önerdiğinden daha fazla (yüzde 60) hisse istediler.

Genç yatırımcı düşündü, hatta babasını aradı ve önerilen teklifi reddetti.

“İşim ve şirketim iyi, hepiniz de ilgilendiğinize göre güvenim de arttı, küçük ama benim olmalı şirketim, başka bir yol bulurum büyümek için” dedi ve gitti.

Herkes çok şaşırdı. Ben çok etkilendim. Şunu düşünmeden de edemedim:

Acaba o genç girişimciyi, programdan sonra hangi “uyanık” yatırımcı hemen aradı?

DİĞER YENİ YAZILAR