Aşkın son zamanları...
Hiç bilmediğim bir şehre bir gece karanlığında gelmek...
Hiç tanımadığım insanlar arasında tek başına durmak...
Uzun yıllar çalıştığım bir binadan ya da oturduğum evden ayrılmak...
Hayal kırıklıkları...
Ya da tatil dönüşleri...
Hepsi bende aynı hissi bırakır: Yalnızlık...
İşte yine bir tatil dönüşü...
Yine bir yalnızlık hissi...
Ne güzel özgürdüm oysa.
Tekrar kurallı, sınırlı bir hayata dönüş...
Bu böyle olmasa bile çoğumuz bunu böyle hissederiz.
Tatilde kolay olan her şey ‘gerçek’ hayatta zordur nedense...
Hep düşünürüm ‘Şimdi şehirde olsam kim bilir yapmam gereken ne çok şey vardır. Oysa şimdi sadece duruyorum ve hiç birini yapmıyorum ama hayat durmuyor. Üstelik çok da güzel her şey’ diye...
Sanırım, zamanı insanın kendisinin yönetmesi ya da zamana hiç aldırmaması insana iyi gelen...
Hayatın 24 saattir tatilde, sınırları yoktur hayatın...
Gece yarısı yürüyüş yaparsınız, sabah çok erken yüzersiniz ya da sereserpe bir ağaç altında uyursunuz öğlen...
Şehirde ayıp-günah olan her şey tatilde serbesttir ya hepimize...
Küçücük şortlarla sokaklarda yürürüz, duş bile almadan tuzlu saçlarla lokantalara gideriz, deniz kıyılarında sarhoş oluruz, canımızın istediği herkese “merhaba” deriz ya da tek başına ‘düşünen adam’a dönüşürüz.
Kimse aldırmaz bir ötekine...
Hiç birimiz aldırmayız kendimize...
İyiyizdir böyle...
Zamansızlık iyidir.
Özgürleştirir insanı...
Zamansızlık ve özgürlük başka bir hayat yaratır.
Aynı hayattan başka bir ‘ben’ çıkarır. Zamanı çıkartırsan hayatından, kendinle kendi arana da bir mesafe yerleşir.
Ve insanın kendinden uzaklaşması, kendine biraz uzaktan bakması her defasında iyidir.
Şehir hayatı, insanı kendine mahkum ediyor ya, belki de tüm sorun burada.
Zaman...
Bazen upuzun gelir insana, bazense kısa...
Sevdiğinde sarıldığında kısacık olan zaman canın yandığında çok uzun gelir ya insana...
İşte şimdi yine öyle bir zaman...
Tatil bitti...
Sizden ve yazıdan uzun zaman ayrı kaldım.
Ama tatil çok kısaydı.
Zaman aynı zaman ama... Bazen uzun, bazen kısa işte.
En iyisi yine de zamansızlık galiba...
Son 20 günün hikayesi
Yaklaşık yirmi gündür yazı yazmıyorum.
Ama her sabah gazeteleri okurken sanki yazı yazacakmış gibi notlar aldım. Eğer o gün yazı yazsaydım, ne yazardım diye...
Şimdi onları karıştırıyorum.
Ne çok konu var...
Bir kısmı sadece 10 gün önce oldu ama üzerinden yıllar geçmiş gibi, o kadar çok yeni şey oluyor ki, en yeni şey iki gün sonra çok eski bir mevzu haline geliyor.
Yokluğumda neler olmuş bakalım.
İşte kaçırdıklarım... Ama onları da kendi arasında ayırdım.
Yazmayı kaçırdıklarım, iyi ki kaçırdıklarım ve kaçırmama rağmen yazacaklarım...
Neler mi var? İşte...
Şike işinde bahis kokusu da var
Tatilin daha ilk günü futbolda şike operasyonu başladı.
Devamında Aziz Yıldırım tutuklandı. Ardından Beşiktaş Teknik Direktörü, milli futbolcular...
“Operasyon devam edecek” diyorlar. Etmeli zaten.
19 maçta şike varsa, en az 38 tane futbolcu olmalı işin içinde, öyle değil mi?
Bu konuyu kaçırdım saymıyorum. Daha çok yazılar yazılır bu konuda...
Bu arada sizce bu şike sadece şampiyonluk için mi yapılmıştır?
Yani insanlar hayatlarını bu kadar masum bir haz için mi yakmışlardır?
Bana pek böyle değildir gibi geliyor.
Maçların kaç kaç biteceğini bilen insanlar, bu maçlar üzerine nasıl bahis oynamamıştır?
Bana kalırsa o insanları dinleyenler bile oynamıştır.
Cengiz’den arkadaş olur mu?
Ayşe Özyılmazel, Cengiz Semercioğlu’nu ‘arkadaşım’ diyerek düğüne çağırmış, o da düğün hakkında Ayşe’yi üzecek şeyler yazdı köşesinde, “Düğünde insanlar hangi dedikoduları yapıyordu?” diye...
Ayşe, Cengiz’e kırgınlığını anlatmak için mesaj çekmiş. Cengiz bu sefer de o mesajı yayınladı köşesinde... Böyle arkadaşlıklara ve köşe yazarlığına biraz şaşırıyorum doğrusu...
Arkadaşlıkta güven esastır!
Sonra Ayşe bir yazı yazdı, diğerleri yorum yaptı.
Bu konuyu kaçırdığım iyi oldu doğrusu...
Aynur Doğan’dan utanın
Ben bu konuları ‘kaçırırken’ ülkenin bir diğer tarafında, Diyarbakır’ın Lice kırsalında bir astsubay, bir uzman çavuş ve askeriyede çalışan bir sağlık görevlisi yolları kesilip PKK tarafından kaçırıldı.
Gazeteleri okurken anlıyorum ki gazeteleri yapanlar da ‘tatilde.’ Bu habere pek aldıran olmadı.
Neredeyse hiç ses çıkmadı.
Tam o sıralarda JİTEM’in varlığı kesinleşti.
Buna da pek aldıran olmadı.
Kaçırılanları arayan askerlerimiz şehit oldu, komutanların hatası olduğu ortaya çıktı.
Ama fatura Aynur Doğan‘a kesildi.
“Türkçe şarkı da söyleyebilirdi canım” diyerek yuhalandı... İşte bu konuyu kaçırdığıma çok üzüldüm.
Hiç olmazsa bir kelime yazabilmek isterdim.
“Utanın.”
Pişti’de nasıl piştim?
O sırada Murdoch Skandalı patladı, Apoyevmatini gazetesinin çığlıkları duyuldu, CHP nihayet yemin boykotunu bitirdi, DTK demokratik özerklik ilan etti.
Hilal Cebeci twitter’da soyundu, Kıvanç Tatlıtuğ eski sevgilisi Azra Akın’a döndü, ben Pişti’de gerçekten ‘piştim.’
Gani (Müjde), Özlem (Tekin) ve Şafak’ı (Sezer) tanımak çok eğlenceliydi ama...
Kendileri açıkladığı için biliyorum benden önce Ece Vahapoğlu ve Rahşan Gülşan’a teklif edilmiş Pişti’de bana teklif edilen iş; belki de hata burada oldu.
Yapmaya çalışılan Pişti’yi onlar benden daha iyi yapardı.
Bana anlatılanı yapabilseydik... O zaman da sanırım ben en iyisini yapardım.
Neyse... Önümüzdeki yeni projelere bakalım.
NTV, Banu Güven’e yanlış yerden kızdı
Bir de Banu Güven, NTV’den kovuldu.
Bu konu da kaçırsam bile yazmak istediklerimden...
Banu Güven doğru ve iyi soru sorabilen, iyi Türkçe konuşan bir televizyoncu değildi.
Çok fazla es vererek, manasız yerlerde durarak, sorusuna ve kendisine anlamsız bir önem yükleyerek konuşan bir televizyoncuydu.
Kendini niye bu kadar ciddiye aldığını hep merak ettim Banu Güven’in...
NTV, tekrar sadece haber okumaya kaydırabilirdi Banu Güven’i...
Kendi bileceği iş...
Ama uzun yıllardır kimselere konuşmamış olan Leyla Zana’yı röportaja ikna etmiş, programına çıkması için diğer tüm gazetecileri atlatmış bir Banu Güven’i tebrik etmekten başka bir şey yapamazsın televizyon yöneticisi olarak...
Hem böyle bir işi kaçırıyorsun korkak olduğun için, hem de bu işi başarmış çalışanını haksız yere incitiyorsun.
NTV işte...
Hiçbir hamlesini doğru yerde yapamayan bir kurum...
HHH
Türkiye, deli bir sel gibi akıyor.
Konu, sorun, kavga, tartışma bitmiyor burada.
Ben de döndüm ve kendimi sele bıraktım.
Lakin söyleyeyim.
Su çok sıcak...