Haberin Devamı
Bazen öyle bir şey anlatmak istersiniz ki, kaleminize üşüşen kelimeleri sıraya sokmakta zorlanırsınız…
Hangisini seçeceğinizi bilemezsiniz…
Hepsi önce kendisinin yazılmasını ister, telaş ve heyecan vardır hepsinde.
1 Ocak sabahı mimar Emre Arolat’ın yaptığı, camiye benzemeyen camii görmeye gittim.
İşte o camii anlatmak için bilgisayarın başına oturduğum andan beri kelimelerin yarışı var içimde…
Nereden başlayayım, nasıl anlatayım karar veremiyorum.
Gördüğüm şey beni öyl etkiledi ki kelimelerime yetişemiyor anlatmak istediklerim sanki…
Emre Arolat’ın bu camii Uluslararası Mimarlar Festivalinde, ki mimarlar Oscar’ı olarak anılan bir festival bu, en iyi dini yapı ödülünü almış.
Festivalin Seçici Kurulu, “ışık ve maddenin en saf şekilde ortaya konduğu bu yapının iç mekanında hissedilen sükunet ve arınmışlık duygularından çok etkilendik” demiş.
Zaten Sancaklar Camii’nde sizi karşılayan iki çarpıcı şey var bana sorarsanız…
Birincisi, öyle görkemli kubbeleri, sütunları, tavandan sarkan büyük avizeleri bulunmaması, tam aksine yerin altına saklanması, doğal ve loş bir ışıkla aydınlanması, içindeki tek süsün güzel bir Vav harfi olması.
Diğeri de camiye benzemeyen bu yapının belki diğer tüm camilerden daha fazla arınmışlık ve huzur dolu olması.
O huzur ve arınmışlık duygusu insanı gerçekten derinden sarsıyor.
O mabedin içinde ‘yok olmak’, içeri sızan gün ışığına, taş duvarların sessizliğine karışmak, oranın hep orada kalacak bir parçası olmak istiyorsun.
İçeri girdğim anda artık oraya aittim…
Projenin sahibi işadamı Ethem Sancak aklındaki farklı camiyi sanırım çalışabileceği en iyi mimarla yapmış.
Emre Arolat: “Doğrusu İslam felsefesi ve ibadet mekânları uzun süredir ilgimi çeken bir konu. Daha önce yaptığım araştırmalar, okumalar vardı ama bir cami projesi söz konusu olunca bunları tazelemek ve hatta biraz da genişletmem gerekti. O yüzden Sancaklar Vakfı böyle bir işi istediğinde biraz beni beklemeleri gerekeceğini söyledim. Onlar da anlayışla karşıladı. Aylarca tasarım grubu olarak derinlemesine bu konuyu tartıştık. Bilgi sahibi olduğunu düşündüğümüz derinlikli makaleler üzerinde çalışmalar yaptık. Bizim yaptığımız projeler içinde hayli küçük ölçekli sayılabilecek bu yapının tasarımına başlamadan önce çok uğraştık. Namaz ibadetinin olması gerektiği gibi ve huşu içinde gerçekleştirilebilmesi için bu mekânın nasıl bir hissiyat üretmesi gerektiği üzerine çok uzun tartıştık. Neticede ortaya çıkan mekânın böyle bir işlevi yerine getirebilecek niteliklerde olması beni çok sevindiriyor.” diye anlatmış yaptığı eseri.
Cami, hafif meyilli boş arazi içinde iddiasız bir şekilde yükselen birkaç taş duvar ve ilk bakışta bir nevi yüksek baca ya da anıt mezar intibaı veren bir taş kule görüntüsüyle başlıyor.
Bir sır gibi saklı aslında.
Ne bulmanız ne de gördüğünüzde kolayca anlamanız mümkün.
Sanki camii yapılmamış da hep orada, o yerin altındaki girintideymiş gibi toprağın içine yerleştirilmiş.
Tabiatın bir parçası olmuş.
Işığı da öyle zaten, loş bir gün ışığı.
Saygısını, hayal gücünü sonuna kadar zorlayıp en sadesini bularak gösteren bir yaratıcılık, insanı sarıp sarmalayıp içine alıyor.
Camilerde loşluk, dini geleneğimizde pek önde gelen tercihler arasında değildir diyor kimileri, ben Sancaklar Camii’nde kullanılan gün ışığının oradaki huzuru arttıran nurlu bir ışık olduğunu düşündüm.
Tanrı, inananlar için her yerdedir.
Ama ben Sancaktar Camii’nin düz beyaz halılarına dua etmek için oturduğumda, Tanrı’nın varlığının tevazu ve teslimiyet içinde daha iyi hissedildiğini düşündüm.
Tanrı’nın süse ihtiyacı yok, o süsler hep insanlar için…
Loş bir ışık, dört taş duvar, derin bir sessizlik yeter bence arayana.
Ne bulacaksan, onu o yalınlıkta
bulacaksın…
Tanrı hepimizin dualarını kabul etsin..